Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbil Alemin
Vessalatu vesselamu ala eşrefi
halkihi seyyidina ve seyyidil enamı Muhammedin sallallahu teala aleyhi
vesellem.
Ve ala ihvanihi minennebiyyin
velmurseliyn.
Ve alel melaiketil mukarrebiyn.
Ve ala ibadikessalihiyne min
ehlissemavati ve ehlil aradiyn. Rıdvanullahi teala aleyhim ecmain.
Subhanele la ilmelena illa ma
allemtena inneke entel alimul hakim.
Subhaneke la fehmelena illa ma
fehhemtena inneke entel cevvadül keriym.
Rabbişşirahli sadri, ve yessırli
emri, vahlul ukdeten millisani, yefkahu kavli, Ve üfevvidu emri İlallah.
İnnallahe basirun bil’ibad.
Aziz Kardeşlerim
Cenab-ı Hakk, nimetleriyle ihsanlarıyla hakiki mü’minlere
müteveccih olduğu gibi gönüllerimize müteveccih olsun. Ruh ve gönül dünyasında
bizleri ihya eylesin.
Biz neye maliksek, O’nun vergisidir hepsi. O bize İslam’a
giden yolları göstermeseydi, takılır bir yerde kalırdık da bir adım atamazdık.
O sinelerimizde İslam’a karşı inşirah hâsıl etmeseydi, İslamı duyamaz, ona doyamaz
ve bugünkü doygunluğa eremezdik. O bizi camiye tevcih etmeseydi, caminin yolunu
bulamaz, mihrabına, minberine yabancılar gibi sağda solda dolaşırdık da oraya
bir kere ulaşamazdık. Hatta şu bugün camiye şu hava içinde gelmeye O bizi
hidayet etmeseydi, biz ne o havayı bulabilir, ne camiye gelebilir, ne de Ona
ait şeyleri duyabilir hissedebilirdik. Bütün bunların hepsini Ondan biliyor,
nimetleri karşısında iki büklüm oluyor, üzerimizde olan nimetlerini devam
ettirmesini, temiz vicdanları şefaatçi yaparak Ondan diliyor ve dileniyoruz.
Nimete mazhar olmak bir mazhariyettir. Benim arz ettiğim
şeyler bizim mazhar olduğumuz büyük şeylerdendir. Dünya adına malik olduğumuz
şeylerden bahsetmedim size. Çünkü onlar, benim bahsettiğim şeylerin yanında
sinek kanadı kadar dahi ehemmiyeti olmayan şeylerdir. Benim bahsettiğim şeyler
olunca dünya arkadan gelir. Zayıf bir hadiste : “Siz dünyaya talip olursanız
dünya sizden kaçar. Ama dine, şöyle diyeyim Allah’a talip olursanız her şey
sizi takip eder sizi kovalar. Bu manada biz Allah’a ait hakikatlerin arkasında
olursak, dünya zaten gelecektir. Bu itibarla ben ukbamızla alakalı, Onunla
alakalı, ruh hayatımızla alakalı, gönül hayatımızla alakalı nimetlere parmak bastım,
onları dikkat nazarlarınıza arz etmeye çalıştım.
Bu nimetlere mazhariyet bir mazhariyettir. Küçümsenemez bu.
Bunun ne demek olduğunu küfr içinde bocalayıp duran insanların ruh haletlerini
bir lahza tatsanız anlayacaksınız. Ve bunun ne demek olduğunu yevme tüblesserair
(tarık9) de anlayacaksınız. Defterlerin açıldığı, akın karanın ortaya saçıldığı
gün anlayacaksınız. Hasenatın ve seyyiatın terazi kefesinde yerlerini aldığı
gün anlayacaksınız. Meğer Allah bize neler ihsan etmiş anlayacaksınız. Ben ne değerlendirebilir
ne takdir edebilir ne de o mevzuda bir söz söyleyebilirim. Önünüze bir kere
bakıverin. Sizin önünüzde yolların ayrımında pişuva ve pişdar Hazreti Muhammed
Mustafa var. Öyle bir nimettir ki O, değil sadece dünya, uğrunda cennet dahi
verilse pek az şey verilmiş sayılır. Çünkü biz cennete giden yolu dahi Onun
nurlu beyanları içinde öğrendik. Teşviki ondan gördük. Sağa sola gideceğimiz
belli değildi. Bir trafik memuru gibi kolunu kaldırdı, doğru yola bizi hidayet
eyledi. Ve inneke le tehdi ila sıratın müstakim(şura52). Kuran diyor ben ne
diyeyim sana ey Habib-i Zişan. Sen insanları doğru yola hidayet edermişsin.
Yolu ve yolun erkânını gösterirmişsin. Biz bu sayede birlik ve beraberliğe
erdik. Allah bizi gönülde safvete ulaştırsın.
Birkaç asırlık perişaniyetimiz var. Kuran diyor ki “innallahe
la yazlimunnase şey’en ve lakinnennase enfüsehüm yazlimun.”(yunus44).
Allah size zulmetmiyor, fakat siz kendi kendinize
zulmettiniz. Nüansların kavgasına düştünüz. Küçük şeylerle birbirinizle yaka
paça olmaya başladınız. Bir dönemde Harzemli, Samanoğullarıyla kavgaya
tutuşunca Allah, Cengiz’i musallat etti. Hulagu’yu musallat etti. Bir dönemde
Allah, Karmatileri musallat etti, Hasan Sabbah’ı musallat etti. Bir başka
dönemde siz içten, sizin aranızdaki meseleleri halledemediniz. İttihada ve
ittifaka giden yolu temin edemediniz. Kendi aranızda uzlaşamadığınızdan,
anlaşamadığınızdan dolayı Allah, Cihanın şarkında ve garbında size göz
açtırmamak üzere kâfirleri beyninize ve pazunuza musallat etti. Kolunuzu
kaldıramaz oldunuz. Kendi kafanızla düşünemez oldunuz. Ve bölük pörçük hale
geldiniz.
Ve bir iki asır var ki siz, zillet içinde, meskenet içinde
inleyip duruyorsunuz. Keşke, alem-i İslam, Müslüman Türk dünyası hiç olmazsa
bütün bu kadar dertten sonra kendine gelebilseydi. Yeter artık diyebilseydi.
Aralarında kavgaya teşkil eden küçük ve ehemmiyetsiz ki, dünya diyor öyle bir
meta değil ki bir nizaha değsin. Sinek kanadı kadar dahi ehemmiyeti olmayan
dünya, nizaha değen bir meta değildir. Ama biz nizaha değmeyen o metaı, çok
küçük parçalarından ötürü, çok küçük parçaları hatırına, birbirimize düştük,
kavga ettik ve bölük pörçük hale geldik. “innallahe la yazlimunnase şey’en ve
lakinnennase enfüsehüm yazlimun.”(yunus44).
Allah size zulmetmiyor. İnliyorsanız sağda solda fakat siz
kendi kendinize zulmettiniz. Allah adil-i mutlaktır. Onun sizin hakkınızda
vereceği en ağır hüküm, adaletle olan hükmüdür. O size Rahmetiyle hüküm
veriyor. Rahmaniyet ve Rahimiyyetiyle hüküm veriyor. Eğer adaletiyle hüküm
verseydi taş taşın üstünde kalmazdı. Sizler ve bizler hepimiz Odetta gibi taş
kesilirdik. Ama Allah Rahmaniyet ve Rahimiyyetiyle hüküm veriyor. Veriyor ki bu kadar tahribattan sonra, bu
kadar tahribatçıdan sonra hala dünyanın çeşitli yerlerinde bin bir türlü kıpırdanış
ve hala camiler doluyor. Ve hala dünkü bir solukla dünyanın çeşitli yerlerinde
millet, eskiden kaybettiği mihrabına koşuyor ve minberine koşuyor.
25-30-40 sene evveline gidildiği zaman siz o mihrapsızlığın,
o minbersizliğin ne demek olduğunu zannediyorum göreceksiniz. Ve bugünü görünce
de iki büklüm olacak “lekel hamdü velminnet” diyeceksiniz. Minnet ve şükran
sana Allahım diyecek ve secdeye varacaksınız. Rabbim üzerimizde olan
nimetlerini bize idrak ettirsin. Ve o nimetlere o nimetler cinsinden şükürle
mukabele etmeye bizleri muvaffak eylesin.
Aziz Kardeşlerim. Dünyanın dört bir yanında kundakçılar
ellibin türlü fitne oyunlarıyla alem-i İslamın başına beni bağışlayın şu
tabirle ifade edeceğim avamca “kelek oynuyorlar”. Avrupa’nın kâfir ve
zalimleri, Asya’nın münafıkları yeni oyunlar peşindeler. Yine gerilim hem menfi
gerilim, bizi kemiren gerilim. Yine buhran, yine anarşi, yine alem- İslamın
birbirine düşmesi, yine birinci cihan harbine tekaddüm eden yılları, o
buhranlı, bunalımlı yılları yeniden yaşıyoruz.
Nedendir acaba. Niye böyle oluyor. Biz aramızdaki küçük
meseleleri kulak ardı edemedik. Onlara göz yumamadık. Biz derken zinhar gönül
koymayın. Benim arzetmeye çalıştığım şey alem-i islamın derdidir. İftirak ve
tefrikanın bizim başımıza neler açtığını dikkatinize arz etmek istiyorum.
Bugün İslam dünyası, varsa şayet. Dünya ile hesaplaşabilecek,
kemmiyet planında dünya ile
hesaplaşabilecek bir İslam dünyası var gibidir. Sınırlarına bakılırsa nerdeyse
dünya karalarının dörtte birine yakın bir yeri işgal etmektedir. Koskocaman bir
yeri. Kemiyet planında ele alınacak olursa, dünya nüfusu karşısında
küçümsenmeyecek bir rakama sahiptir. Bir milyara yakın belki de aşkın İslam
dünyası diyebileceğimiz bir dünya vardır. Fakat bu dünya felçtir. Bu dünyanın
kolu kanadı kırıktır. Birileri bu dünya ile hesaplaşmak istediği zaman bu dünya
boğa yılanını görmüş bir mahluk gibi tir tir titremeye başlamaktadır. Bu dünya
tarih boyu kendisini ayakta tutan güç kaynaklarından, kuvvet kaynaklarından uzaklaşmıştır.
Çünkü bu dünya, gerçek manada islamiyete temessükten uzaklaşmıştır. Çünkü bu
dünya islamın aşkından ve şevkinden uzaklaşmıştır. Onun için büyük
hesaplaşmalar şöyle dursun, çağıyla hesaplaşmak şöyle dursun, o çağda bir avuç
insanla çok iyi sistemleşmiş, çok iyi organize olmuş, çok iyi mekanize
birliklere sahip, güçlere sahip küçük bir dünya karşısında dahi hesaplaşmaya
hazır değildir. Ve tabii kendisine teselli arayacaktır. Biz barışın yanındayız
diyecektir. Muhabbet fedaileriyiz diyecektir. Kimseyle kavgamız yok bizim
diyecektir. Ve bunlarla teselli olmaya çalışacaktır. Oysa ki dünya
muvazenesinden bir devlet silinip gitmiş, muvazene kırık haramilere kalmıştır.
Muvazene eşkiyaya kalmıştır. Ve bu kırk haramiler yer yer bir araya gelecek
zirve toplantıları adı altında toplantılar yapacak, alem-i İslam üzerinde
hükümler kesecek, biçecek içtimai coğrafya ona göre şekillenecek. Ve bütün
bunlar bizim başımızın çok üstünde olacak. Ne elimiz ulaşacak ne de sözümüz
ulaşacak. Çünkü artık bize dünya, sizin irabda muhalliniz yok diyor. Siz
söyleseniz de söylemeseniz de hiçbir ağırlığınız yok diyor. Onun için sağda
mazlumlar, mağdurlar, mahkumlar,
esaretler, bin türlü illetler, bin türlü belalar. Fakat sesimizi çıkaramıyoruz.
Solda tahakkümler, esaretler, mezelletler, inliyen kadınlar, inliyen çoluk
çocuk, fakat sesimizi çıkaramıyoruz. Ne oluyor? Dünya nereye gidiyor?
Diyemiyoruz. En azından Çanakkale de geliniyle, kızıyla, çocuğuyla, yaşlısıyla,
kadınıyla, erkeğiyle, cihanla hesaplaştığı kadar dahi yüreği olmayan, yüreğinde
feri olmayan iradesi mefluç bu dünya, bu kadarcık olsun, Çanakkaledeki kadar
olsun, nereye gidiyoruz diyemiyor. Başkalarına sormadan kendi hakkında dahi
hüküm veremiyor. Ne büyük haysiyeti kırılmışlık bu. Ne büyük izzeti rencide
olunmuşluk bu. Fazla bişey söylemeyeceğim. Dilimin ucuna kadar gelen şeyleri
dahi yutkunacak, diyemeyeceğim. Çünkü Hakkı söylerken dahi hala “zülf-ü yar,
zülf-ü ağyar diyoruz. Dost da incinmesin, aman düşman da incinmesin.
Sırtlarında bir küfe taşımışlar. Giderken de arkadan
gelenlerin sırtına atmışlar. O küfede yumurtaları kırmamak için, izzetim dedim
ayağımın altına aldım. Gururum dedim ayağımın altına aldım. Her şeyimi ayağımın
altına aldım. Ve size de yer yer bunu telkin ettim. “girdik rehi sevdaya
cünunuz, bize namus lazım değil. Bana namus lazım değil dedim. Şeref de lazım
değil. En azından bir Selahaddin duygusuyla “Allah’ın evi sahipsizken bana ev
ne gerek” diyordu. Yeryüzünde müslümanın saçıyla sakalıyla oynanırken benim
şerefimin de sözümü olur. İşte bunun için bütün onları ayağımın altına aldım.
Matbuat sizinle oynuyacak. Mecmualar aleyhinizde yazı
yazacak. Sizle ve mukaddes saydığınız şeylerle alay edilecek. Sizler tahkir
edilecek tahrik edileceksiniz. Sizler bu kadarına tahammül edemezsiniz. Bu
türlü şeyler karşısında elli defa ölümü tercih edersiniz. Biliyorum. Ne
yiğitliğinizin, ne onurunuzun ne de gururunuzun buna tahammülü yoktur. Ama ben
hep istirham ettim. Şu sırtınızsa taşıdığınız küfeler hatırına. Allah hatırına.
Rasulullah hatırına. Temkinle, tedbirle, teenniyle dünya ile hesaplaşacağınız
noktaya varacağınız ana kadar. Mazlumlar aşkı için, mağdurlar aşkı için, orta
Asya da yanan ırkdaşının soydaşının dindaşınızın aşkı için. Yılanı çiyanı
tahrik etmeden, akrepleri yılanları üzerlerinize saldırtmadan iki asırlık şu
mazlum dünyaya soluk aldıracaksınız. Derdimiz buydu. Sustuksa bunun için
sustuk. Geleceğin onurlu nesillerine kubbede bir yankı olsun. Yoksa ne benim ne
de sizin yutacağınız şeyler değil bunlar.
Alem-i İslamın onuru ayak altında. Senin dokuz asır tevhide
bayraktarlık yapan milletinin şeref ve haysiyeti ayaklar altında. Büyük
çoğunluğu itibariyle tefsirciler “ Ya eyyuhellezine amenu, men yertedde minkum
an dinihi, fe sevfe ye’tillahi bi kavmin, yuhibbuhum ve yuhibbunehu, ezilletin
alel mu’minin, eizzetin alel kafirin, yucahidune fi sebilillah, ve la yehafune
levme telaim. “ Ey iman edenler, Abbasiye, Emeviye ve asr-ı saadet Müslümanına
sesleniyor. Sizden kim dininden dönerse, irtidat ederse, dini omzundan bırakır,
dine sahip çıkmazsa, Allah yakında yepyeni ter-ü taze, cedit bir kavim
getirecek. Abbasinin, Emevinin yerine bir kavim getirecektir. Nerden
çıkarıyorsun onu ? Kuranın ilk muhatapları Araplardı. Kuran o ilk muhataplarına
diyor ki : siz dinden dönerseniz, bu hazineler, defineler mecmuasına sahip
çıkmazsanız, bu zeberced ve yakuttan defineyi taşımadan vazgeçerseniz, Allah
bir kavim getirecek. Meçhul bir kavim. Çünkü henüz o gün, tarih sahnesinde yok
o kavim. Allah Kuranıyla seslendiği an, Arap ona sahip çıkmış. Fakat bir meçhul
kavimden bahsediliyor. O henüz Himalayaların eteklerinde, atının üzerinde,
kılıcı elinde, sadağı belinde kendisini kurtaracak son rehberi bekliyordu. Öyle
bir kavim ki meçhul, ama bilesiniz Allah onları seviyor, onlar delicesine
Allah’ı seviyorlar. Kuran doğru söylüyor. Ve ben size sorayım. Doğru değil mi
bu Allah aşkına ? Allah sizi seviyorsa siz de Onu seveceksiniz. Allah indinde
yerinizi görmek istiyorsanız, sizin yanınızda Onun yerine bakacaksınız.
Seviyorsanız, seviyor demektir.
Gönüllerinize bir kere bakıverin. Ve ben siz gönüllerinize
bakarken kulaklarınıza sesleneyim. Ne duyuyorsunuz gönüllerinizde, var mı Allah
sevgisi ? ve fısıldıyayım, bir gün sırası gelse, bir gün mevsimidir deseler, o
gönlünüzde Allah için en sevdiğiniz şeyi feda edermisiniz etmezmisiniz ? ve ben
hükmü söyleyeyim. Allah’ın bu mevzudaki prensiplerine dayanarak hükmü söyleyeyim.
Vallahi Allah sizi seviyor, Billahi Allah sizi seviyor. Tallahi Allah sizi
seviyor.
Allah onları seviyor, onlar da Allah’ı seviyor. Müminlere
karşı yüzleri yerde, tevazu kanatlarını yerlere kadar indirmişler. Elhak sahabi
onu yaşadı. Kendi aralarında en aşılmaz şeyleri dahi aştılar. Aştılar, bir gün
bir onur uğruna bir gurur uğruna, kılıçlar kından çıkıp başlara ineceği zaman,
haksız olduklarını anladıkları an, kılıçlarını kınlarına sokmasını bildi ve
geriye döndüler. Müminlere karşı başlarını kaldırım taşı gibi yere koymasını
bildiler. Kadınıyla bildiler erkeğiyle bildiler. Aişe validemizin devesi
Hazreti Ali’nin karşısında sinirlendiği zaman kardeşi kulağına fısıldıyordu.
Hani haksızlığın sana işar edilmişti. Anamız öyle bir civanmertçe bir geriye
dönüş döndü ki bir kere daha o fitnelere doğru adımının yarısını atmadı. Talha
da öyle dönmüştü Uhud’un kahramanı, Bedir’in kahramanı, Yermük’ün kahramanı,
Mute’nin kahramanı. Zübeyir bin Avvam, peygamberin tek havarisi, o da öyle
dönmüştü. Öyle olması lazımdı. Benim size arzedeceğim mesajın muhtevası odur.
Kendi aramızdaki meselelerin münakaşası altında kalır ezilirsek, vahdet-i
ruhiye gidecek. Ve o zaman başkaları gelip sırtımıza binecek. Hadisin
ifadesiyle ağzımızdaki lokmayı yiyecekler. Azerbaycan petrollerini yiyorlar,
Bakü petrollerini yiyorlar, Bingazi petrollerini yiyorlar, Arap Yarımadasının
cevherlerini yiyorlar daha yemek için gelip taht kurdular. Nereye taht
kurdular? Senin tefrikan üzerine taht kurdular. Senin hasımların daima senin
parçalanmışlığın, senin bölünmüşlüğün üzerine taht kurmuştur. Ve bir kere daha
senin göz bebeğin bir ülkeye geldi oturdular. Zorlasan da çıkmayacaklar, itsen
de çıkmayacaklar, kavga etsen de çıkmayacaklar. Damarlarındakini emmeden,
kanını emmeden, canını emmeden, iradeni emmeden, seni felç etmeden
çıkmayacaklar. Hep öyle oldu. Suret-i Hakktan görünüp geldiler. Hümanist
düşüncelerle geldiler. Muvazene için geliyoruz deyip geldiler. Geldiler ve bir
daha gitmediler. Yadlar yabancılar bu ülkenin sahipleri oldu, giderken de kendi
kafalarından insanlar bırakıp gittiler. Ve o insanlar seni kendi yurdunda parya
olarak yaşattırdı. Mazlum, mağdur olarak yaşattırdı.
Sen dindaşına karşı, soydaşına karşı yüzün yerde olacak
ezilletin alel mü’minin, mü’minlere karşı yüzü fevkalade yerde aizzetin alel
kafirin, kafirlere karşı dönmüyen, ters yüz edilmeyen birer irade, Allah öyle
eylesin. Yücahedune fi sebilillah, Allah yolunda mücahede ederler, ve la
yehafune levme telaim, kınıyanın kınamasından, ayıplayanın ayıplamasından,
hicab edip geriye durmazlar.
Ne diyor Allah Kuranında, ey birinci safı teşkil edenler, ey
ilkler diyor, ey arap soyu, eğer siz dine sahip olmazsanız, Allah arkadan öyle
bir cemaat getirecek ki işte onlar bu evsafa haiz, dokuz asır on asır islamın
bayraktarlığını yapacaklar. Dokuz asrı on asrı tarihi vaka olarak ben ilave
edip söyledim. Ama yalan mı bu? Kuran söylemiş nasıl yalan olur ki? Siz ta
Abbasiler döneminden bu yana Allah’ın inayet ve keremiyle İslam’ın karakolu
oldunuz. İslama gelecek her şeyi siz göğüslediniz. Sekiz defa büyük haçlı
seferleri, ya Kılıçarslan’ın göğsüne çarptı kırıldı, ya Alparslan’ın göğsüne
çarptı kırıldı, ya Melikşah’ın göğsüne çarptı kırıldı. Veya Selahaddin’in.
Şarkın Akif’in ifadesiyle şanlı sultanı. Selahaddin’in sinesine çarptı kırıldı.
Çünkü sen kendini bir polisin emniyet ve güveni beklediği gibi bir karakolda
bekliyordun alem-i islamı. Bir askerin hudutta nöbet tuttuğu gibi tutuyordun. Ve
küfür savletini kırıyordun. Amma küfür dünyası kırılması gerekli olan bu
savleti gözüne kestirmişti. O seni kıracaktı. Onun için her şeyi bıraktı senin
üzerine çullandı. Bir harici murahhasımızın dediği gibi: dünyada en büyük
devlet hangisidir? Batılıların hasta devlet dedikleri dönemde diyor ki Osmanlı
Devleti. Nasıl olur biz hasta diyoruz? Hayır hala en güçlü devlettir. Çünkü
asırlar var ki siz dışarıdan biz içerden hala yıkamadık o devlet-i aliyeyi. Ama
o karakol mutlaka işgal edilmeliydi. Ve ettiler. Çanakkaleyle işgal ettiler,
Bingaziyle işgal ettiler, Mısır’ı işgal ederek işgal ettiler, Kırım’ı işgal
ederek işgal ettiler, Bakü’yü işgal ederek işgal ettiler bütün İslam dünyasını
işgal ederek işgal etti ve alem-i İslam için bir karakol olan bu savleti
kırdılar. Bunun kırılması lazımdı çünkü bu kafirlerin fendini bozuyordu.
Siz yeniden derlenip toparlanma merhalesinde bulunuyorsunuz. Yeniden
bir kere daha sizi kırmalarına Allah fırsat ve imkan vermesin. Ama inanın benim
ödüm kopuyor. Bir kere daha derlenip toparlanıyorsunuz. Kafirin yeni oyunu
sizinle bir kere daha bozuldu. Kafirin fendini siz bir kere daha bozdunuz. Ama
onlar da bu savleti kırmağa çalışacaklar. Siz de bir diriliş var. Ümit var,
ümitlerde fer var, cesaret var ve cesaretlerde şahlanma var. Yeniden bir kere
daha derlenip toparlanıyorsunuz. Siz vahdete ulaştığınız zaman Efendimiz
sallallahu aleyhi vesellem döneminde teessüs eden vahdeti yeniden teessüs
ettiğiniz zaman alem-i İslam sizin arkanızda yeniden el pençe divan duracak. Allah
o günleri bizim neslimize göstersin. Siz buyudunuz, Kuranın beklediği
cemaattınız. Sünnetin beklediği cemaattınız. Çok hadislerle size işaret
edilmişti.
Ümmetin bir bölümü boyunduruğu yere bırakınca başka bir
bölümü onu omzuna alacaktı. O boyunduruğu siz omzunuza aldınız.
Karahanlılardan, Tuğrul Bey den Ertuğrul Beyden bu yana belki Harzemlilerden bu
yana, belki Samanoğullarından bu yana siz temsil ettiniz. Ve en son en şanlı
şekliyle Osmanlılarla. Irk değildi, soy değildi, kan değildi, dem değildi,
damar değildi, çünkü bünyesinde bir sürü millet barındırıyordu. Nüfusunun 120
milyona ulaştığı dönemde safkan Osmanlı 11 milyonu geçmiyordu. Fakat bu
koskocaman dünyayı gül gibi idare ediyordu. Bir savlet kırılırken gül gibi
idare edilen bir dünya yıkılmıştı. Yıkılmıştı ama aradan seneler geçtikten
sonra ancak günümüzde bir kısım sosyologlar şunu söyleme lüzumunu duydular. “meğer
dünya muvazenesinin bozulması adına ne büyük hata yapmışız. Osmanlı bu orta
kuşakta muvazeneyi temin ediyormuş. O yıkıldıktan sonra yamalı bohça haline
gelen bu dünya birbirini yemeye başladı dünyadaki güçler bu dünyada muvazene
temin edemiyecektir. O koskocaman deha, milletçe deha ferdi dehalar değil milli
deha koskocaman bir dünyayı arızasız ve kusursuz Kuranın ışık ikliminde,
Hazreti Muhammedi’in rehberliğinde idare ediyordu. O gitti bir manada, bir
manada diyorum her şey bitti, diğer manada diyemem çünkü bir dönemde o
yıkılırken canım çıksın koca çınar devrilirken çok vefalıydı hemen alttan yeni
sürgünler meydana geldi. O giderken en büyük dahiler yeni oluşun yeni bir
tekevvünün yeni bir dirilişin tohumlarını saçıyorlardı. Güneşin batmasıyla
şafağın ağırması bir oldu. Güneş batarken daha biz, şafakta ötecek ak horozun
sesini duyduk. Bizi 14. Asrın minaresinin başında durmuş sureten medeni sireten
çok geri insanları camiye davet ediyordu. Ve biz o sesle o solukla bir kere
daha uyandık. Uyandık ama karşı taraf da uyandı. Uyandı değil karşı taraf her
zaman tetikte oldu. Karşı taraf her zaman sizin her şeyinizden endişe etti. Bir
tek Kuran kursundan bile endişe etti. Bir araya gelip üç dört insanın kitap
okumasından endişe etti. Bir araya gelen üç dört insanın Allah demesinden
endişe etti. Allah deme ne ifade ediyordu? Bunda ne tehlike vardı? Ama küfür
yobazlığı. Bu bir küfür yobazlığıydı. Mantığa karşıydı, muhakemeye karşıydı, bu
yeni yobazlık, kalbe karşıydı, ruha karşıydı, hisse karşıydı, Allah’a karşıydı,
Peygambere karşıydı, karşı olmadığı tek şey vardı, midesiydi, cesediydi,
işkembesiydi, cismaniyetiydi, sadece maddi dünyasıydı. Hayvanlar gibi bir hayat
yaşıyordu. Ve her türlü insani hayat her türlü kalbi hayat her türlü ruhi hayat
onu tedirgin ediyordu. Onun için tekrar ve tekrar senin üzerine geldi geldi ve
ezdi. Sen vardın, var olma kavgası veriyordun ama dünyada karşı taraf da
tetikdeydi ve seni iflah etmek istemiyordu.
Hakk tecelli eyleyince her işi asan eder, halk eder esbabını
bir lahzada ihsan eder. Hakk diledikten sonra sen oldun. Ve bu tekevvünün önünü
kimse alamadı. Onun engin rahmetine sığınarak bundan sonra da alamıyacakları
ümidini besliyoruz. Rabbim bu anlayış, bu ümit ve bu recamızda bizi inkisara
uğratmasın.
Bölük pörçük alem-i İslam. Gümülcine’de müslümanın yardımına
koşamadın.