Kardeşlik Destanı


Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbil Alemin
Vessalatu vesselamu ala eşrefi halkihi seyyidina ve seyyidil enamı Muhammedin sallallahu teala aleyhi vesellem.
Ve ala ihvanihi minennebiyyin velmurseliyn.
Ve alel melaiketil mukarrebiyn.
Ve ala ibadikessalihiyne min ehlissemavati ve ehlil aradiyn. Rıdvanullahi teala aleyhim ecmain.
Subhanele la ilmelena illa ma allemtena inneke entel alimul hakim.
Subhaneke la fehmelena illa ma fehhemtena inneke entel cevvadül keriym.
Rabbişşirahli sadri, ve yessırli emri, vahlul ukdeten millisani, yefkahu kavli, Ve üfevvidu emri İlallah. İnnallahe basirun bil’ibad.
Aziz Kardeşlerim
Cenab-ı Hakk, nimetleriyle ihsanlarıyla hakiki mü’minlere müteveccih olduğu gibi gönüllerimize müteveccih olsun. Ruh ve gönül dünyasında bizleri ihya eylesin.
Biz neye maliksek, O’nun vergisidir hepsi. O bize İslam’a giden yolları göstermeseydi, takılır bir yerde kalırdık da bir adım atamazdık. O sinelerimizde İslam’a karşı inşirah hâsıl etmeseydi, İslamı duyamaz, ona doyamaz ve bugünkü doygunluğa eremezdik. O bizi camiye tevcih etmeseydi, caminin yolunu bulamaz, mihrabına, minberine yabancılar gibi sağda solda dolaşırdık da oraya bir kere ulaşamazdık. Hatta şu bugün camiye şu hava içinde gelmeye O bizi hidayet etmeseydi, biz ne o havayı bulabilir, ne camiye gelebilir, ne de Ona ait şeyleri duyabilir hissedebilirdik. Bütün bunların hepsini Ondan biliyor, nimetleri karşısında iki büklüm oluyor, üzerimizde olan nimetlerini devam ettirmesini, temiz vicdanları şefaatçi yaparak Ondan diliyor ve dileniyoruz.
Nimete mazhar olmak bir mazhariyettir. Benim arz ettiğim şeyler bizim mazhar olduğumuz büyük şeylerdendir. Dünya adına malik olduğumuz şeylerden bahsetmedim size. Çünkü onlar, benim bahsettiğim şeylerin yanında sinek kanadı kadar dahi ehemmiyeti olmayan şeylerdir. Benim bahsettiğim şeyler olunca dünya arkadan gelir. Zayıf bir hadiste : “Siz dünyaya talip olursanız dünya sizden kaçar. Ama dine, şöyle diyeyim Allah’a talip olursanız her şey sizi takip eder sizi kovalar. Bu manada biz Allah’a ait hakikatlerin arkasında olursak, dünya zaten gelecektir. Bu itibarla ben ukbamızla alakalı, Onunla alakalı, ruh hayatımızla alakalı, gönül hayatımızla alakalı nimetlere parmak bastım, onları dikkat nazarlarınıza arz etmeye çalıştım.
Bu nimetlere mazhariyet bir mazhariyettir. Küçümsenemez bu. Bunun ne demek olduğunu küfr içinde bocalayıp duran insanların ruh haletlerini bir lahza tatsanız anlayacaksınız. Ve bunun ne demek olduğunu yevme tüblesserair (tarık9) de anlayacaksınız. Defterlerin açıldığı, akın karanın ortaya saçıldığı gün anlayacaksınız. Hasenatın ve seyyiatın terazi kefesinde yerlerini aldığı gün anlayacaksınız. Meğer Allah bize neler ihsan etmiş anlayacaksınız. Ben ne değerlendirebilir ne takdir edebilir ne de o mevzuda bir söz söyleyebilirim. Önünüze bir kere bakıverin. Sizin önünüzde yolların ayrımında pişuva ve pişdar Hazreti Muhammed Mustafa var. Öyle bir nimettir ki O, değil sadece dünya, uğrunda cennet dahi verilse pek az şey verilmiş sayılır. Çünkü biz cennete giden yolu dahi Onun nurlu beyanları içinde öğrendik. Teşviki ondan gördük. Sağa sola gideceğimiz belli değildi. Bir trafik memuru gibi kolunu kaldırdı, doğru yola bizi hidayet eyledi. Ve inneke le tehdi ila sıratın müstakim(şura52). Kuran diyor ben ne diyeyim sana ey Habib-i Zişan. Sen insanları doğru yola hidayet edermişsin. Yolu ve yolun erkânını gösterirmişsin. Biz bu sayede birlik ve beraberliğe erdik. Allah bizi gönülde safvete ulaştırsın.
Birkaç asırlık perişaniyetimiz var. Kuran diyor ki “innallahe la yazlimunnase şey’en ve lakinnennase enfüsehüm yazlimun.”(yunus44).
Allah size zulmetmiyor, fakat siz kendi kendinize zulmettiniz. Nüansların kavgasına düştünüz. Küçük şeylerle birbirinizle yaka paça olmaya başladınız. Bir dönemde Harzemli, Samanoğullarıyla kavgaya tutuşunca Allah, Cengiz’i musallat etti. Hulagu’yu musallat etti. Bir dönemde Allah, Karmatileri musallat etti, Hasan Sabbah’ı musallat etti. Bir başka dönemde siz içten, sizin aranızdaki meseleleri halledemediniz. İttihada ve ittifaka giden yolu temin edemediniz. Kendi aranızda uzlaşamadığınızdan, anlaşamadığınızdan dolayı Allah, Cihanın şarkında ve garbında size göz açtırmamak üzere kâfirleri beyninize ve pazunuza musallat etti. Kolunuzu kaldıramaz oldunuz. Kendi kafanızla düşünemez oldunuz. Ve bölük pörçük hale geldiniz.
Ve bir iki asır var ki siz, zillet içinde, meskenet içinde inleyip duruyorsunuz. Keşke, alem-i İslam, Müslüman Türk dünyası hiç olmazsa bütün bu kadar dertten sonra kendine gelebilseydi. Yeter artık diyebilseydi. Aralarında kavgaya teşkil eden küçük ve ehemmiyetsiz ki, dünya diyor öyle bir meta değil ki bir nizaha değsin. Sinek kanadı kadar dahi ehemmiyeti olmayan dünya, nizaha değen bir meta değildir. Ama biz nizaha değmeyen o metaı, çok küçük parçalarından ötürü, çok küçük parçaları hatırına, birbirimize düştük, kavga ettik ve bölük pörçük hale geldik. “innallahe la yazlimunnase şey’en ve lakinnennase enfüsehüm yazlimun.”(yunus44).
Allah size zulmetmiyor. İnliyorsanız sağda solda fakat siz kendi kendinize zulmettiniz. Allah adil-i mutlaktır. Onun sizin hakkınızda vereceği en ağır hüküm, adaletle olan hükmüdür. O size Rahmetiyle hüküm veriyor. Rahmaniyet ve Rahimiyyetiyle hüküm veriyor. Eğer adaletiyle hüküm verseydi taş taşın üstünde kalmazdı. Sizler ve bizler hepimiz Odetta gibi taş kesilirdik. Ama Allah Rahmaniyet ve Rahimiyyetiyle hüküm veriyor.  Veriyor ki bu kadar tahribattan sonra, bu kadar tahribatçıdan sonra hala dünyanın çeşitli yerlerinde bin bir türlü kıpırdanış ve hala camiler doluyor. Ve hala dünkü bir solukla dünyanın çeşitli yerlerinde millet, eskiden kaybettiği mihrabına koşuyor ve minberine koşuyor.
25-30-40 sene evveline gidildiği zaman siz o mihrapsızlığın, o minbersizliğin ne demek olduğunu zannediyorum göreceksiniz. Ve bugünü görünce de iki büklüm olacak “lekel hamdü velminnet” diyeceksiniz. Minnet ve şükran sana Allahım diyecek ve secdeye varacaksınız. Rabbim üzerimizde olan nimetlerini bize idrak ettirsin. Ve o nimetlere o nimetler cinsinden şükürle mukabele etmeye bizleri muvaffak eylesin.
Aziz Kardeşlerim. Dünyanın dört bir yanında kundakçılar ellibin türlü fitne oyunlarıyla alem-i İslamın başına beni bağışlayın şu tabirle ifade edeceğim avamca “kelek oynuyorlar”. Avrupa’nın kâfir ve zalimleri, Asya’nın münafıkları yeni oyunlar peşindeler. Yine gerilim hem menfi gerilim, bizi kemiren gerilim. Yine buhran, yine anarşi, yine alem- İslamın birbirine düşmesi, yine birinci cihan harbine tekaddüm eden yılları, o buhranlı, bunalımlı yılları yeniden yaşıyoruz.
Nedendir acaba. Niye böyle oluyor. Biz aramızdaki küçük meseleleri kulak ardı edemedik. Onlara göz yumamadık. Biz derken zinhar gönül koymayın. Benim arzetmeye çalıştığım şey alem-i islamın derdidir. İftirak ve tefrikanın bizim başımıza neler açtığını dikkatinize arz etmek istiyorum.
Bugün İslam dünyası, varsa şayet. Dünya ile hesaplaşabilecek, kemmiyet planında  dünya ile hesaplaşabilecek bir İslam dünyası var gibidir. Sınırlarına bakılırsa nerdeyse dünya karalarının dörtte birine yakın bir yeri işgal etmektedir. Koskocaman bir yeri. Kemiyet planında ele alınacak olursa, dünya nüfusu karşısında küçümsenmeyecek bir rakama sahiptir. Bir milyara yakın belki de aşkın İslam dünyası diyebileceğimiz bir dünya vardır. Fakat bu dünya felçtir. Bu dünyanın kolu kanadı kırıktır. Birileri bu dünya ile hesaplaşmak istediği zaman bu dünya boğa yılanını görmüş bir mahluk gibi tir tir titremeye başlamaktadır. Bu dünya tarih boyu kendisini ayakta tutan güç kaynaklarından, kuvvet kaynaklarından uzaklaşmıştır. Çünkü bu dünya, gerçek manada islamiyete temessükten uzaklaşmıştır. Çünkü bu dünya islamın aşkından ve şevkinden uzaklaşmıştır. Onun için büyük hesaplaşmalar şöyle dursun, çağıyla hesaplaşmak şöyle dursun, o çağda bir avuç insanla çok iyi sistemleşmiş, çok iyi organize olmuş, çok iyi mekanize birliklere sahip, güçlere sahip küçük bir dünya karşısında dahi hesaplaşmaya hazır değildir. Ve tabii kendisine teselli arayacaktır. Biz barışın yanındayız diyecektir. Muhabbet fedaileriyiz diyecektir. Kimseyle kavgamız yok bizim diyecektir. Ve bunlarla teselli olmaya çalışacaktır. Oysa ki dünya muvazenesinden bir devlet silinip gitmiş, muvazene kırık haramilere kalmıştır. Muvazene eşkiyaya kalmıştır. Ve bu kırk haramiler yer yer bir araya gelecek zirve toplantıları adı altında toplantılar yapacak, alem-i İslam üzerinde hükümler kesecek, biçecek içtimai coğrafya ona göre şekillenecek. Ve bütün bunlar bizim başımızın çok üstünde olacak. Ne elimiz ulaşacak ne de sözümüz ulaşacak. Çünkü artık bize dünya, sizin irabda muhalliniz yok diyor. Siz söyleseniz de söylemeseniz de hiçbir ağırlığınız yok diyor. Onun için sağda mazlumlar, mağdurlar,  mahkumlar, esaretler, bin türlü illetler, bin türlü belalar. Fakat sesimizi çıkaramıyoruz. Solda tahakkümler, esaretler, mezelletler, inliyen kadınlar, inliyen çoluk çocuk, fakat sesimizi çıkaramıyoruz. Ne oluyor? Dünya nereye gidiyor? Diyemiyoruz. En azından Çanakkale de geliniyle, kızıyla, çocuğuyla, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle, cihanla hesaplaştığı kadar dahi yüreği olmayan, yüreğinde feri olmayan iradesi mefluç bu dünya, bu kadarcık olsun, Çanakkaledeki kadar olsun, nereye gidiyoruz diyemiyor. Başkalarına sormadan kendi hakkında dahi hüküm veremiyor. Ne büyük haysiyeti kırılmışlık bu. Ne büyük izzeti rencide olunmuşluk bu. Fazla bişey söylemeyeceğim. Dilimin ucuna kadar gelen şeyleri dahi yutkunacak, diyemeyeceğim. Çünkü Hakkı söylerken dahi hala “zülf-ü yar, zülf-ü ağyar diyoruz. Dost da incinmesin, aman düşman da incinmesin.

Sırtlarında bir küfe taşımışlar. Giderken de arkadan gelenlerin sırtına atmışlar. O küfede yumurtaları kırmamak için, izzetim dedim ayağımın altına aldım. Gururum dedim ayağımın altına aldım. Her şeyimi ayağımın altına aldım. Ve size de yer yer bunu telkin ettim. “girdik rehi sevdaya cünunuz, bize namus lazım değil. Bana namus lazım değil dedim. Şeref de lazım değil. En azından bir Selahaddin duygusuyla “Allah’ın evi sahipsizken bana ev ne gerek” diyordu. Yeryüzünde müslümanın saçıyla sakalıyla oynanırken benim şerefimin de sözümü olur. İşte bunun için bütün onları ayağımın altına aldım.
Matbuat sizinle oynuyacak. Mecmualar aleyhinizde yazı yazacak. Sizle ve mukaddes saydığınız şeylerle alay edilecek. Sizler tahkir edilecek tahrik edileceksiniz. Sizler bu kadarına tahammül edemezsiniz. Bu türlü şeyler karşısında elli defa ölümü tercih edersiniz. Biliyorum. Ne yiğitliğinizin, ne onurunuzun ne de gururunuzun buna tahammülü yoktur. Ama ben hep istirham ettim. Şu sırtınızsa taşıdığınız küfeler hatırına. Allah hatırına. Rasulullah hatırına. Temkinle, tedbirle, teenniyle dünya ile hesaplaşacağınız noktaya varacağınız ana kadar. Mazlumlar aşkı için, mağdurlar aşkı için, orta Asya da yanan ırkdaşının soydaşının dindaşınızın aşkı için. Yılanı çiyanı tahrik etmeden, akrepleri yılanları üzerlerinize saldırtmadan iki asırlık şu mazlum dünyaya soluk aldıracaksınız. Derdimiz buydu. Sustuksa bunun için sustuk. Geleceğin onurlu nesillerine kubbede bir yankı olsun. Yoksa ne benim ne de sizin yutacağınız şeyler değil bunlar.
Alem-i İslamın onuru ayak altında. Senin dokuz asır tevhide bayraktarlık yapan milletinin şeref ve haysiyeti ayaklar altında. Büyük çoğunluğu itibariyle tefsirciler “ Ya eyyuhellezine amenu, men yertedde minkum an dinihi, fe sevfe ye’tillahi bi kavmin, yuhibbuhum ve yuhibbunehu, ezilletin alel mu’minin, eizzetin alel kafirin, yucahidune fi sebilillah, ve la yehafune levme telaim. “ Ey iman edenler, Abbasiye, Emeviye ve asr-ı saadet Müslümanına sesleniyor. Sizden kim dininden dönerse, irtidat ederse, dini omzundan bırakır, dine sahip çıkmazsa, Allah yakında yepyeni ter-ü taze, cedit bir kavim getirecek. Abbasinin, Emevinin yerine bir kavim getirecektir. Nerden çıkarıyorsun onu ? Kuranın ilk muhatapları Araplardı. Kuran o ilk muhataplarına diyor ki : siz dinden dönerseniz, bu hazineler, defineler mecmuasına sahip çıkmazsanız, bu zeberced ve yakuttan defineyi taşımadan vazgeçerseniz, Allah bir kavim getirecek. Meçhul bir kavim. Çünkü henüz o gün, tarih sahnesinde yok o kavim. Allah Kuranıyla seslendiği an, Arap ona sahip çıkmış. Fakat bir meçhul kavimden bahsediliyor. O henüz Himalayaların eteklerinde, atının üzerinde, kılıcı elinde, sadağı belinde kendisini kurtaracak son rehberi bekliyordu. Öyle bir kavim ki meçhul, ama bilesiniz Allah onları seviyor, onlar delicesine Allah’ı seviyorlar. Kuran doğru söylüyor. Ve ben size sorayım. Doğru değil mi bu Allah aşkına ? Allah sizi seviyorsa siz de Onu seveceksiniz. Allah indinde yerinizi görmek istiyorsanız, sizin yanınızda Onun yerine bakacaksınız. Seviyorsanız, seviyor demektir.
Gönüllerinize bir kere bakıverin. Ve ben siz gönüllerinize bakarken kulaklarınıza sesleneyim. Ne duyuyorsunuz gönüllerinizde, var mı Allah sevgisi ? ve fısıldıyayım, bir gün sırası gelse, bir gün mevsimidir deseler, o gönlünüzde Allah için en sevdiğiniz şeyi feda edermisiniz etmezmisiniz ? ve ben hükmü söyleyeyim. Allah’ın bu mevzudaki prensiplerine dayanarak hükmü söyleyeyim. Vallahi Allah sizi seviyor, Billahi Allah sizi seviyor. Tallahi Allah sizi seviyor.
Allah onları seviyor, onlar da Allah’ı seviyor. Müminlere karşı yüzleri yerde, tevazu kanatlarını yerlere kadar indirmişler. Elhak sahabi onu yaşadı. Kendi aralarında en aşılmaz şeyleri dahi aştılar. Aştılar, bir gün bir onur uğruna bir gurur uğruna, kılıçlar kından çıkıp başlara ineceği zaman, haksız olduklarını anladıkları an, kılıçlarını kınlarına sokmasını bildi ve geriye döndüler. Müminlere karşı başlarını kaldırım taşı gibi yere koymasını bildiler. Kadınıyla bildiler erkeğiyle bildiler. Aişe validemizin devesi Hazreti Ali’nin karşısında sinirlendiği zaman kardeşi kulağına fısıldıyordu. Hani haksızlığın sana işar edilmişti. Anamız öyle bir civanmertçe bir geriye dönüş döndü ki bir kere daha o fitnelere doğru adımının yarısını atmadı. Talha da öyle dönmüştü Uhud’un kahramanı, Bedir’in kahramanı, Yermük’ün kahramanı, Mute’nin kahramanı. Zübeyir bin Avvam, peygamberin tek havarisi, o da öyle dönmüştü. Öyle olması lazımdı. Benim size arzedeceğim mesajın muhtevası odur. Kendi aramızdaki meselelerin münakaşası altında kalır ezilirsek, vahdet-i ruhiye gidecek. Ve o zaman başkaları gelip sırtımıza binecek. Hadisin ifadesiyle ağzımızdaki lokmayı yiyecekler. Azerbaycan petrollerini yiyorlar, Bakü petrollerini yiyorlar, Bingazi petrollerini yiyorlar, Arap Yarımadasının cevherlerini yiyorlar daha yemek için gelip taht kurdular. Nereye taht kurdular? Senin tefrikan üzerine taht kurdular. Senin hasımların daima senin parçalanmışlığın, senin bölünmüşlüğün üzerine taht kurmuştur. Ve bir kere daha senin göz bebeğin bir ülkeye geldi oturdular. Zorlasan da çıkmayacaklar, itsen de çıkmayacaklar, kavga etsen de çıkmayacaklar. Damarlarındakini emmeden, kanını emmeden, canını emmeden, iradeni emmeden, seni felç etmeden çıkmayacaklar. Hep öyle oldu. Suret-i Hakktan görünüp geldiler. Hümanist düşüncelerle geldiler. Muvazene için geliyoruz deyip geldiler. Geldiler ve bir daha gitmediler. Yadlar yabancılar bu ülkenin sahipleri oldu, giderken de kendi kafalarından insanlar bırakıp gittiler. Ve o insanlar seni kendi yurdunda parya olarak yaşattırdı. Mazlum, mağdur olarak yaşattırdı.
Sen dindaşına karşı, soydaşına karşı yüzün yerde olacak ezilletin alel mü’minin, mü’minlere karşı yüzü fevkalade yerde aizzetin alel kafirin, kafirlere karşı dönmüyen, ters yüz edilmeyen birer irade, Allah öyle eylesin. Yücahedune fi sebilillah, Allah yolunda mücahede ederler, ve la yehafune levme telaim, kınıyanın kınamasından, ayıplayanın ayıplamasından, hicab edip geriye durmazlar.
Ne diyor Allah Kuranında, ey birinci safı teşkil edenler, ey ilkler diyor, ey arap soyu, eğer siz dine sahip olmazsanız, Allah arkadan öyle bir cemaat getirecek ki işte onlar bu evsafa haiz, dokuz asır on asır islamın bayraktarlığını yapacaklar. Dokuz asrı on asrı tarihi vaka olarak ben ilave edip söyledim. Ama yalan mı bu? Kuran söylemiş nasıl yalan olur ki? Siz ta Abbasiler döneminden bu yana Allah’ın inayet ve keremiyle İslam’ın karakolu oldunuz. İslama gelecek her şeyi siz göğüslediniz. Sekiz defa büyük haçlı seferleri, ya Kılıçarslan’ın göğsüne çarptı kırıldı, ya Alparslan’ın göğsüne çarptı kırıldı, ya Melikşah’ın göğsüne çarptı kırıldı. Veya Selahaddin’in. Şarkın Akif’in ifadesiyle şanlı sultanı. Selahaddin’in sinesine çarptı kırıldı. Çünkü sen kendini bir polisin emniyet ve güveni beklediği gibi bir karakolda bekliyordun alem-i islamı. Bir askerin hudutta nöbet tuttuğu gibi tutuyordun. Ve küfür savletini kırıyordun. Amma küfür dünyası kırılması gerekli olan bu savleti gözüne kestirmişti. O seni kıracaktı. Onun için her şeyi bıraktı senin üzerine çullandı. Bir harici murahhasımızın dediği gibi: dünyada en büyük devlet hangisidir? Batılıların hasta devlet dedikleri dönemde diyor ki Osmanlı Devleti. Nasıl olur biz hasta diyoruz? Hayır hala en güçlü devlettir. Çünkü asırlar var ki siz dışarıdan biz içerden hala yıkamadık o devlet-i aliyeyi. Ama o karakol mutlaka işgal edilmeliydi. Ve ettiler. Çanakkaleyle işgal ettiler, Bingaziyle işgal ettiler, Mısır’ı işgal ederek işgal ettiler, Kırım’ı işgal ederek işgal ettiler, Bakü’yü işgal ederek işgal ettiler bütün İslam dünyasını işgal ederek işgal etti ve alem-i İslam için bir karakol olan bu savleti kırdılar. Bunun kırılması lazımdı çünkü bu kafirlerin fendini bozuyordu.

Siz yeniden derlenip toparlanma merhalesinde bulunuyorsunuz. Yeniden bir kere daha sizi kırmalarına Allah fırsat ve imkan vermesin. Ama inanın benim ödüm kopuyor. Bir kere daha derlenip toparlanıyorsunuz. Kafirin yeni oyunu sizinle bir kere daha bozuldu. Kafirin fendini siz bir kere daha bozdunuz. Ama onlar da bu savleti kırmağa çalışacaklar. Siz de bir diriliş var. Ümit var, ümitlerde fer var, cesaret var ve cesaretlerde şahlanma var. Yeniden bir kere daha derlenip toparlanıyorsunuz. Siz vahdete ulaştığınız zaman Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem döneminde teessüs eden vahdeti yeniden teessüs ettiğiniz zaman alem-i İslam sizin arkanızda yeniden el pençe divan duracak. Allah o günleri bizim neslimize göstersin. Siz buyudunuz, Kuranın beklediği cemaattınız. Sünnetin beklediği cemaattınız. Çok hadislerle size işaret edilmişti.
Ümmetin bir bölümü boyunduruğu yere bırakınca başka bir bölümü onu omzuna alacaktı. O boyunduruğu siz omzunuza aldınız. Karahanlılardan, Tuğrul Bey den Ertuğrul Beyden bu yana belki Harzemlilerden bu yana, belki Samanoğullarından bu yana siz temsil ettiniz. Ve en son en şanlı şekliyle Osmanlılarla. Irk değildi, soy değildi, kan değildi, dem değildi, damar değildi, çünkü bünyesinde bir sürü millet barındırıyordu. Nüfusunun 120 milyona ulaştığı dönemde safkan Osmanlı 11 milyonu geçmiyordu. Fakat bu koskocaman dünyayı gül gibi idare ediyordu. Bir savlet kırılırken gül gibi idare edilen bir dünya yıkılmıştı. Yıkılmıştı ama aradan seneler geçtikten sonra ancak günümüzde bir kısım sosyologlar şunu söyleme lüzumunu duydular. “meğer dünya muvazenesinin bozulması adına ne büyük hata yapmışız. Osmanlı bu orta kuşakta muvazeneyi temin ediyormuş. O yıkıldıktan sonra yamalı bohça haline gelen bu dünya birbirini yemeye başladı dünyadaki güçler bu dünyada muvazene temin edemiyecektir. O koskocaman deha, milletçe deha ferdi dehalar değil milli deha koskocaman bir dünyayı arızasız ve kusursuz Kuranın ışık ikliminde, Hazreti Muhammedi’in rehberliğinde idare ediyordu. O gitti bir manada, bir manada diyorum her şey bitti, diğer manada diyemem çünkü bir dönemde o yıkılırken canım çıksın koca çınar devrilirken çok vefalıydı hemen alttan yeni sürgünler meydana geldi. O giderken en büyük dahiler yeni oluşun yeni bir tekevvünün yeni bir dirilişin tohumlarını saçıyorlardı. Güneşin batmasıyla şafağın ağırması bir oldu. Güneş batarken daha biz, şafakta ötecek ak horozun sesini duyduk. Bizi 14. Asrın minaresinin başında durmuş sureten medeni sireten çok geri insanları camiye davet ediyordu. Ve biz o sesle o solukla bir kere daha uyandık. Uyandık ama karşı taraf da uyandı. Uyandı değil karşı taraf her zaman tetikte oldu. Karşı taraf her zaman sizin her şeyinizden endişe etti. Bir tek Kuran kursundan bile endişe etti. Bir araya gelip üç dört insanın kitap okumasından endişe etti. Bir araya gelen üç dört insanın Allah demesinden endişe etti. Allah deme ne ifade ediyordu? Bunda ne tehlike vardı? Ama küfür yobazlığı. Bu bir küfür yobazlığıydı. Mantığa karşıydı, muhakemeye karşıydı, bu yeni yobazlık, kalbe karşıydı, ruha karşıydı, hisse karşıydı, Allah’a karşıydı, Peygambere karşıydı, karşı olmadığı tek şey vardı, midesiydi, cesediydi, işkembesiydi, cismaniyetiydi, sadece maddi dünyasıydı. Hayvanlar gibi bir hayat yaşıyordu. Ve her türlü insani hayat her türlü kalbi hayat her türlü ruhi hayat onu tedirgin ediyordu. Onun için tekrar ve tekrar senin üzerine geldi geldi ve ezdi. Sen vardın, var olma kavgası veriyordun ama dünyada karşı taraf da tetikdeydi ve seni iflah etmek istemiyordu.
Hakk tecelli eyleyince her işi asan eder, halk eder esbabını bir lahzada ihsan eder. Hakk diledikten sonra sen oldun. Ve bu tekevvünün önünü kimse alamadı. Onun engin rahmetine sığınarak bundan sonra da alamıyacakları ümidini besliyoruz. Rabbim bu anlayış, bu ümit ve bu recamızda bizi inkisara uğratmasın.
Bölük pörçük alem-i İslam. Gümülcine’de müslümanın yardımına koşamadın.