Euzubillahimineşşeytanirracim
Bismillahirrahmanirrahim
Elhamdulillahi Rabbil Alemin
Vessalatu vesselamu ala eşrefi
halkihi seyyidina ve seyyidil enamı Muhammedin sallallahu teala aleyhi
vesellem.
Ve ala ihvanihi minennebiyyin
velmurseliyn.
Ve alel melaiketil mukarrebiyn.
Ve ala ibadikessalihiyne min
ehlissemavati ve ehlil aradiyn. Rıdvanullahi teala aleyhim ecmain.
Subhanele la ilmelena illa ma
allemtena inneke entel alimul hakim.
Subhaneke la fehmelena illa ma
fehhemtena inneke entel cevvadül keriym.
Rabbişşirahli sadri, ve yessırli
emri, vahlul ukdeten millisani, yefkahu kavli, Ve üfevvidu emri İlallah.
İnnallahe basirun bil’ibad.
Bismillahirrahmanirrahim
Ve li men hâfe makâme rabbihî
cennetân. sadakallahulaziym.
Ve belleğna
Rasuluhun-Nebiyyu’l-Haşimiyyu’l-Kerim.”
“Allahumme salli ala seyyidina
Muhammedin tıbbul kulubu ve devaiha ve afiyetul ebdanı ve şifaiha ve
nurul-ebsari ve diyaiha ve ala alihi ve sahbihi ve sellim. Amin.
Velhamdülillahi rabbil alemin.”
Aziz Kardeşlerim
Allah bu günü de hakkımızda
mübarek eylesin inşaallah.
Her memnun edici netice bir kısım
sıkıntılı mukaddimelere, başlangıçlara bağlıdır. بقدر
الكد تكتسب المئالي ”
“Bi
kaderil keddi tüktesebül meali” demişler. Sıkıntı ne kadar çok olursa,
meşakkatler ne kadar zorlayıcı olursa terakki de o ölçüde amudi olur, yeni
ifadesiyle dikey olur. Sıkıntıların zembereği çok serttir. Öyle çeker, öyle yükseltir, öyle bir noktaya ulaştırırlar
ki siz geniş zamanlarda senelerce başınızı yere kor âh-u enin
edersiniz de bir sıkıntıyla ulaştığınız yere ulaşamazsınız. Baharlar
sıkıntılı ve endişeli sinelerde
çimlenmiştir. İyi günler, sıkıntılı gecelerin bağrında zuhur etmiştir.
Yalancı şafaklar zuhur etmeden evvel geceyi kos koyu bi karanlık bastırır. Bellidir ki arkadan bi yalancı şafak
zuhur edecek. Şafak yalancı da olsa onu daima doğru şafaklar takip eder.
Burada döktüğünüz terlerden,
İslam uğrunda şakaklarınızda çektiğiniz ızdıraba kadar, kasıklarınızda
duyduğunuz sancıya kadar her şey bir mekik gibi geleceğiniz adına bir kanaviçe
hesabına işleyip duruyor. Siz bir taraftan bir ümit beri taraftan endişe
arasında, mekiğinizi hareket ettiriyor geleceğin dantelasını örüyorsunuz.
Sanmayınız ki buradaki terleriniz
de boşa gidiyor. Ben kendi hakkımda ne düşünürsem düşüneyim, o benim bana ait
hesabımdır. Ben bana ait hesabımda sizin de sevmeyeceğiniz vadilerde
dolaşabilirim. Siz yadırgayabilirsiniz böyle demeseydi diyebilirsiniz. Ama beni
mazur görün.. bazen belki bir meselenin sarhoşu oluyorum. Fakat sizin
hakkınızda hep hüsn-ü zan besledim. Sizi kaydederken, sizin hesabınıza
bakarken, sizin durumunuzu değerlendirirken sol gözümü kapadım, defterin sol
tarafına elimi koydum, sol meleğe dilini tut dedim ve hep sağı işletmeye
çalıştım. Sağla baktım, sağla gördüm, sağca görmeye çalıştım. Ve her şeyi
defterin sağ tarafında aradım. Sizin durumunuzu Azrail’in değil -ona da ruhum
feda olsun- Cibril’in emanet gamzeden kanatları altında değerlendirmeyi
düşündüm.
Sanmayın ki şuradaki teriniz de
boşa gidiyor. Attığınız adımlar, bana sormayın! Değeri nedir bunun. Vak’aları,
raporları orada değerlendirecek zata sorun gittiğiniz zaman. Ben bilemem.. ben
de bilemem onu, melek de bilemez.. onlar vak’ayı rapor ederler. Sizin her
şeyiniz, içinizde beliren küçük bir endişe bir korku bir telaş ve sonra yine
onun sonsuz kudret ve kuvvetine güvenerek, söken bir şafak gibi kalbinizin
karanlıklarında söken ümit şafakları ve bu iki şey arasında gelip giderek
istikbalinizi nescetmeniz, mutlu geleceği örmeniz ne mutlu size ki Allah sizi
iyi şeylerde istihdam ediyor.
Sizi göreceğimiz ana kadar biz de
dalâlet vadilerinde yalnız, garip, kimsesiz çok defa da ümitsiz dolaşıyorduk.
Siz kendi saadetinizi temin edebilecek yolu bulmakla, kendi hesabınıza çok şey
yaptığınız gibi bizim gibi sizleri görmediği dönemlerde yer yer inkisarlar
içinde, ümitsizlikler içinde yaşayan insanlara da siz güç oldunuz, kuvvet
oldunuz, recâ kaynağı oldunuz. Ümitlerine fer oldunuz. Kim bilir Kur’an dile
gelse ne söyleyecekti.. Benim birkaç asırdan beri garip yaşayan Kur’an’ım ne
söyleyecekti. Nesiller yeniden ona yönelirken, kervan kervan yönelirken, o
açılıp okunurken, evlerde terdâd edilirken, manaları nurdan hüzmeler halinde
şerhedilirken ve nurdan çağlayanlar gibi her şey akıp akıp gelip içimizde
havuzlaşırken, dili olsaydı da Kur’an bunu dile getirseydi, O söz sultanı, o
diller dili, o beyanlar sultanı, kim bilir nasıl anlatırdı bunu.
Kur’ân dünyada bize indi.. Orada
size bir Kur’ân inecek mi inmeyecek mi bilmem. Ama belki Kur’ân’ın bir misali
sizin haliniz, sizin tavırlarınız, sizin düşünceleriniz, orada Kur’ânî bir
beyanla size ifade edilecek, burada Kur’ânı dinlediğiniz gibi orada onu
dinleyeceksiniz.
Size ümit ve endişeler arasında
bir danteladan bahsettim. Bu dantelanın bir yanındaki atkısını bir yerde ifadeye kendimi zorladım. İfade ettim
diyemem. Zira o ifadeye hakaret olur,
hürmetsizlik olur. Ben hiçbir zaman gönlüme göre planladığım şeyleri
ifade edemedim. Ettiklerime de binlerce hamd olsun. Rabbime karşı nankörlük
olur. Ama ifade edemedim diyorum. İfade edenler ifade ederken istifade
edenlerin çoğunun kalbi duruyor, nutku tutuluyor Allah! diyor ve mescidde
yıkılıp gidiyordu. Söz sultanları ifade ediyordu. Onların ifade ettiği
meseleleri benim gibi birilerinin ifade etmesi bülbül yuvasına saksağanın konup
orada bir şeyler bir şeyler mırıldanmasından başka bir şey değildir. Ama sizin
teveccühünüzü askıda bırakmamak, boşlukta bırakmamak için, ve hem sizin o hüsn-ü zannınıza sığınarak bir
gün şöyle diyeceğim avazım çıktığı kadar, “Ben bir yalancı olsam da, Ey Rabbi
Rahîmim, bu cemaatı hüsn-ü zanlarına binaen benim hakkımda yalancı çıkarma”
diyeceğim.. İşte ben sinelerinizde köpürüp dışarıya vuran, dırahşan
çehrelerinize vuran ve onun ifadesi olarak kim bilir kaç saat evvel sizi şu
camiye zorlayan, burada ter içinde size
sohbet beklettiren ve Kur’ân’ın nûr efşân beyanını dinlettiren o hüsn-ü
zannınıza sığınmak için diyemesem de deme imkanını bulamasam da.. ifadelerimden
utansam da her defasında bu inşallah sonuncusu olsun desem de.. yine çok defa
sizi kıramıyor, isteklerinizi aşamıyor,
teveccühlerinizden geçemiyor, bir bakışınıza takılıp yine huzurunuza geliyorum.
Ümit dedim. Bu da benim ümidim, çok görmeyin. siz Rabbinize
karşı ümit besleyeceksiniz. Ve bir taraftan da kalbinizin bir yanında kalp
peteğindeki arıların bir kısmına kalbinizin bir yanında ümit peteklerini
ördürürken, nescettirirken diğer yanında da endişeye dair bir petek
nescettireceksiniz. Kalbinizin bir yanına bakarken kalbiniz tir tir titreyecek,
Hazret-i Saduku Masduk, -beyanına ruhum feda olsun- şöyle diyor:
يدخل الجنة أقوام أفئدتهم مثل أفئدة الطير “yedhulul cennete
akvamun efidethüm misli efidetüt tayr” “Cennete
öyle insanlar
girecek ki kalpleri güvercinlerin kalpleri gibi tir tir titriyor.”
Kalbinizin bir tarafında endişeden bir petek olacak. Nazarlarınız her iliştikçe iki
büklüm olup inleyeceksiniz. Başınız dönecek, düşecek gibi olacaksınız.
Nazarınızı çevirip kalbin öbür yanına bakacaksınız. Kalbin öbür yanı açılıp kapandıkça size “Ümit dostum,
ümit diyecek.” Allah’ın recâ kapısı çok geniştir. Bütün insanlık girse bir
yanını bile doldurmaz. Ve siz yeniden
küheylanlar gibi şahlanacaksınız. Bütün hayatınızı bu iki duygu arasında
nescedeceksiniz. Heyecanla çarpacak kalbiniz. “Tuttum”, “Tutacağım”, “İki adım
kaldı” diyeceksiniz. O hale geleceksiniz ki, iki adım ötede nerdeyse hemen,
adımınızı yenileseniz, o cisim olmadan, herhangi bir varlığa benzemeden
münezzeh ve müberrâdır. Ama hayalinizde veya kalbinizde veya duygularanızda
varmış iseniz şayet o iklime; sırrınızda, hafînizde, hafânızda, ahfânızda, bir
adım daha atsam, “Rabbimin ayaklarının dibine adımımı atacağım,” diyeceksiniz.
O sizin anladığınız manada, ayaktan da münezzehtir, kurbiyetten de münezzehtir,
cismiyetten de münezzehtir, müberrâdır. Ama kalbiniz duygularınız,
hülyâlarınız, rüyalarınız sizi hep onun ikliminde gezdirecek bulduğunuz her
ışığın etrafında pervâz edeceksiniz.
Şu yalancı ışığa karşı
gösterdiğiniz teveccüh de ondan. Böyle bir aldanmadan dolayı zannediyorum sizi
hesaba çekmezler, çünkü bir göz hatırına çok gözler sevilir. Kim bilir çent
defa mecnun ceylanları tuttu, gözlerine baktı, sonra dize geldi, hıçkıra
hıçkıra ağladı. Leyla’ya benziyor bu gözler dedi. Ve siz bir perdenin
verâsında, o perdenin önünde durmuş türkü söyleyene alkış tutuyorsunuz. Asıl
yürekleriniz perdenin arkası için çarpıyor. Elli iki senedir benim yüreğimde o
perdenin arkası için çarpıyor. Açılmadı, ama ümidimi yitirmedim. Açılacak bir
gün.. İnanıyorum açılacağına. Yitirmedim ümidimi. Hele sizin içinizde olunca.
Hele günler şafağa doğru koşunca. Hele sâdık şafakların horozları ötünce. Hele
ümmeti Muhammed için emareler emareleri takip edince... ben daha da ümitlenmeye
başladım. Sıyıracak bir gün ruhu seyyidul enamın.. derler ya Ahmet Rufai
hazretlerine hicabı sıyırıp onun o derin isteklerine karşı öp arzusunu çektiğin
elinde dediği gibi.. öyle zannediyorum ki arzular cinnet zemine çekildiği,
cinnet zemininde dolaştığı böyle bir noktada bir gün o da o keyfiyetten,
kemmiyetten münezzeh cemâli bâ kemalinden perdeyi sıyıracak, doya doya seyredin
diyecek
يراه المؤمنون بغير كيف و ادراك و ضرب من مثال
فينسون نعيما اذا رأوها فيا خسران يا أهل الاعتزال
“Yerâhu’l-
müminûne bi ğayr-i keyfin ve idrâkin ve
darbin mimmisâli”
“ Fe yenseven-naima iza
raevhe fe ya hüsrane ya ehlel itizali.”
Bir gün görecekler فسترون
ربكم كما ترون القمر ليلة البدر “ fe se teravne rabbeküm kema teravnel
gamara leyletel bedr” buyuruyor sallallahu aleyhi
ve sellem.
Semada şu dolunayı gördüğünüz gibi rabbinizi şeksiz şüphesiz göreceksiniz.
Belki çoklarınızın vicdanlarına ve kalbine perdeyi sıyırıp burada gösterecek.
O
sizin bildiğiniz şey, fakat ben ümit
kapısını az araladım. Müsaadenizle sonuna kadar itip o misalin çehresinde sizin
durumunuza baktırmak istiyorum.
Her
defasında mübarek ruhuna benzeyen yeşil kubbenin altında edeple, saygıyla,
temkinle, dikkatle iki büklüm olup inleyen Ahmet Rufai hazretleri hayatlarının
son demine gelmiştir. Son demlerine gelmiştir ama, bir defacık temessül edip
efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellemin mübarek yüzünü hakiki olarak
cismaniyetiyle görememiştir. Rüyalarında görmüştür. Hayal etmiştir belki çok defa diz dize vermiştir mana
aleminde ama merak ediyordur. Arzu
duyuyordur. Şiddetle bir arzu içinde bir kerecik olsun hakikaten görebilseydim.
Rasulullah’ı bir kerecik olsun görebilseydim arzusuyla yanıp tutuşmaktadır. Ve
bir gün hayatının son demine doğru bu arzu artık delirtecek hale gelir. O
ravza-ı tâhirenin karşısında, menkıbeler de öyle diyorlar. Belki de son, belki
içinden geçen şeyler öyleydi. Belkide bu benim son haccımdır. Bir kere nasip
olmadı. Cedd-i emcedi, soyu. O soya ruhlarımız feda olsun. O eli bir kerecik öpseydim hakikaten. Bir
kerecik gül kokluyor gibi koklasaydım. Nolurdu şu demir perdeler o kadar mani
mi? Toprak senin bana ulaşmama mani mi? Ben biliyorum ki sen cennette de
olsaydın biz çağırdığımız zaman hemen koşa koşa hemen gelirdin. Toprak noluyor
ki seninle benim arama girsin belki bu duyguları içinde heceleyip
duruyordu. Birden bire milletin
anlayamayacağı şekilde ravza-ı tâhire yarıldı ve bembeyaz bir el dışarıya
çıktı. Öp arzusunu ektiğin elin diyordu.
Onu doya doya kokladı, yaladı, öptü. Nasip etsin Allah cümleye! Mücrim
dudaklara olur mu bilemiyorum. O mücrim dudaklara da Allah nasip etsin. Sonra
başını ravza-ı tahireninin bir eşiğine koydu. Değer, gayr-ı bu baş kaldırım
taşı gibi çiğnensin artık. Bilenler bilip geçti, bilmeyenler basıp geçti. Her
bastıklarında o zevk duyuyordu. Çünkü o bir kerecik bile olsa o mübarek eli
öpmüştü.
من طلب و جد وجد “ men talebe ve cedde vecede” talep eden, arzusunu çeken, arkasına düşen, ciddiyet gösteren bu, işe ölesiye kendisini veren er
geç bir gün yakalar. Arzunuz rahmansa bir gün ona da nail ve vasıl olacaksınız.
Arzunuz Allah ise şayet -inanıyorum Allah o vuslatı da tahakkuk ettirecektir.
Ettirsin o rahmeti engin sizin içinde benim içinde.. biz onun için bu yola
çıktık derdimiz değildi bu işler onun için çıktık. Hizmet ediyorsak ediliyorsa
inşallah onun içindir, onun rızası içindir onun hoşnutluğu içindir, ve bunun
neticesi onun marziyatıdır ve cennet nimetlerini unutturacak onun cemali ba
kemalini ışıklar kaynağı güzelliğini güzellikler kaynağı güzelliğini görmektir.
Allah bu son noktayla bizleri şereflendirsin, sinelerimize yanıyorsa,
yanmıyorsa kıvılcım saçsın aşk ateşiyle yaksın, kavursun kebap etsin sonrada
Yansam da ocak gibi gam eylemem izhar
Yakma beni ateşlere ağyar
ateşine ey çarkı cefakar.
Onun ateşine yanmak. Bir dem
belayı dertten etme cüda beni demiş Fuzuli.
Bela istenir mi istenmez mi, fakat aşk ateşine kendisini salan başka
türlü söylemez başka türlü düşünmez. İşlerinizin çok kıvılcıma ihtiyacı var.
Yanmalı sineler. Kebap olmalı. Etrafı o kebabın kokusu sarmalı. Ruhaniler
inecek o kokuya melekler inecek o kokuya, neyse ki o bilemeyeceğim ve sonra bir
nevbahar olacak, güllerin gerdanlarına bülbüller konacak, onu minber sayıp
şakır şakır ötecek. Ve siz ümit ediyorum bunu göreceksiniz. Mekiğinizi
endişelerle ümit arasında işlettiğiniz sürece gönülleriniz güvercinlerin
kalpleri gibi Allah’ı andıkça. Tir tir titrediği sürece.
Mevzuun hakkı değildi..
bundan evvelki mevizede başka bir yerde o ümidi, recayı arz etmeye çalışmıştım.
Ama endişeye korkuya temas edememiştim. Bu ölçüyü tamamlamakta yarar var.
Bunların ikisini bir birinden ayırdığınız zaman kıstassızlık olur, denge
bozulur. Bir taraftan endişe olacak, bir taraftan ümid olacak, sadece ümide
kapılır giderseniz laubali olursunuz, Allah’a karşı gayrı ciddi olursunuz.
Sadece korkuya takılır kalırsanız Allah takılıp kalmaktan muhafaza buyursun. O
zamanda ümitsizliğe düşersiniz, yese düşer ve mahvolursunuz. Bir taraftan
ümitleneceksiniz ve şahlanacaksınız beri taraftan da endişeyle iki büklüm olup
Allah’a sığınacaksınız. Kalbiniz Allah Rasulü’nün beyanı içinde ifade edildiği
gibi ben ondan daha tatlı bir beyan bilmiyorum güvercinin kalbi gibi tir tir
titreyecek. Denge bu.
Menkıbeler de rivayet
ediliyor. Allah Rasulü’ne de isnat ediliyor. Âbid ve dikkatsiz iki kardeş. Âbid
ibadet eden demek. Kendisini kulluğa salmış insan demek.. kulluğun
çayırlarında, kulluğun yamaçlarında oralarda otluyor, oralarda su içiyor,
oralarda dolaşıyor, oralarda şakıyor hep kulluğun yolunda. Kulluğu öyle bir
şehra haline getirmiş ki kulluk yapmadığı zaman kalbi sıkışıyor. Kulluk
yapıyor, namazıyla, niyazıyla, abid diyoruz buna. İyyake na’budu derken, yalnız
sana kulluk yapıyor derken işte bu kulluğu yaptığımızı söylüyoruz. Yalnız
Allah’a kulluk yapıyor diyor bu kulluğu ifade etmeye çalışıyoruz. Ve diğeri de
kulluğu içinde dikkatsiz kulluk yapıyor ama dikkatsiz. Yer yer men gibi
düşüyor. Yer yer çamura giriyor. Yer yer bir şeye takılıp kalıyor. Ve Allah çok
gafur çok rahim. Her gün bunu biraz daha anlıyorum. O kadar size müjde vermeye
hakkım salahiyetim var mı bilemeyeceğim amma benim bilgim fazla sayılmaz. Eğer
onun bu mevzuda bize bakışını benim bildiğim kadarıyla dahi size anlatsam şimdi
hissettiğiniz şeylerden çok farklı şeyler hissedeceksiniz. Kendi ruhi
tecrübelerim içinde o bize çok başka bakıyor. Bize bakışı çok farklı
bilemezsiniz. Vicdanım kabre doğru yaklaştıkça, rikkat kazandıkça onun bakışını
daha iyi değerlendiriyorum ve diyorum ki yürüdüğüm yolun her dönemecinde Hz.
Lut’un hanımı Odetta gibi benim için taş kesilme varken rahmetin ne enginmiş ki
senin, rahmetin ne enginmiş ki senin ben buraya kadar taş kesilmeden geldim.
Her gün daha iyi hissediyorum. Yürüdükçe arkama bakıyorum, taş kesilmediğimi
görüyorum, iki büklüm oluyorum, şeni çok seviyorum diyorum, senin gibisi
sevilir diyorum. O reca babı. Onu ne kadar açmaya izin veriyor bize
bilemiyorum. Biz ancak saduku masdukun açtığı kadar açmakla mükellefiz.
Ötesinde zorlayamayız.
Abid ve dikkatsiz. Dikkatsiz
men gibi dedim. Ve bunu vicdanımın sesi olarak söylüyorum. O büyük veli Alvar
imamından çok defa duymuştum. Sizde benden duymuşunuzdur. Herkes yahşi men
yaman her kes buğday ben saman derdi. Yahsi Azericede iyi güzel demek çok tekrar ederdi. Herkes yahşi men yaman her
kes buğday ben saman derdi sık sık tekrar ederdi. Keşke nefsimize ait
meselelerde ve işlerde muhasebeyi böyle derince kavrayarak nefsimize böyle
bakabilsek. O da men gibi düşüp kalkıyor. Kalkıyor ama Allah’ın bir kudsi
hadiste ifade buyurduğu gibi belini doğrultur doğrultmaz sübhanekallahümme inni
estagfiruke ve etubu ileyk seni tesbihu takdis ederim. Ben yine südü döktüm,
yine kapıyı ters açtım yine adımımı yanlış attım, yine bulunduğum yeri
kirlettim, yine şunu yaptım bunu yaptım. O benim. Allah’ım eğer yine bir yerde
işlenen bir hata varsa tereddüt etmeden melekler baka bilir, sende öyle
biliyorsun zaten o hatayı ben işlemişimdir. Dikkatsiz. Dikkatsiz diyorum, ölmüş
gitmiş bir adam dikkatsiz diyorum. Aleme öyle bakma mecburiyetindeyiz. Bu abid
her zaman kardeşini ikaz eder. Ve bazan
da acı acı konuşur. Bir gün yine acı
ikaz eder.. sürçmüştür. Düşmüştür. Üstü başı çamur Abidin ibadet hanesinin
seccadesinin yanında geçerken “la yağfurullahu leke” der. Aman Allah’ım ne
korkunç bir beddua bundan daha korkunç bir beddua olamaz. Bundan daha kötü
beddua olmaz. Allah seni yarlıgamasın günahlarınla kal demektir bu. Dua
ulaşacağı yere ulaşmıştır. Ama dua oraya ulaşırken bu duayı yapan daha doğrusu
bu bedduayı söyleyen ölmüştür. Abid ölmüştür. Muhbiri saduk buyuruyor ki Allah
huzuruna alır onu, ona derki; sana kim söyledi benim rahmetime haciz
konulacağını, rahmetime tahdit konulacağını sana kim söyledi, onu Allah’ın
affetmeyeceğini sana kim söyledi? diyecektir. O denli ümit, günah işleyecek,
sen işlerken hakkında sarsılabilirsin, yese düşmeyecek kadar, küfre girmeme
şartıyla, ama başkaları günahlara girmiş çıkmış onlar hakkında hep iyi görecek,
iyi düşünecek, gufran yollarını tahayyül edecek ve heceleyeceksin.. yoksa
yakandan tutar, ırgalar ve sana sorar: “Benim rahmetime tahdit konulduğunu sana
kim söyledi. Benim rahmetim her şeyden aşkındır, her şeyi aşar” “İnne rahmeti
sebakat ala gadabı,” benim rahmetim gazabıma sebkat etmiştir. Kork endişelen
fakat zinhar rahmetimi gazabımın gerisinde düşünme. Rahmetim öndedir. Gazabım
geridedir. Ve işte biz bu denge içinde bulunmak mecburiyetindeyiz. O abidin
yanlışlığını dikkatsizliğini yaparak dikkatsızlara karış daha dikkatsiz olmama
mecburiyetindeyiz. Dikkatlice günahlara karşı teyakkuzda olma fakat günaha
girmişlere karşı da dikkatlice onların affolunabileceklerinin hesabını yapma.
Allah buyuruyor ki;
“innellaha la yeğfiru en yüşreke bihi ve yegfiru ma dune zalike limen yeşa”
senin beyanına kurban olayım. O olmasaydı belki benim kalbimde dururdu. Allah
şirkten beri her şeyi bağışlar sadece kendisine eş ortak koşarak gitmeyin
huzuruna. “in şae afa ve in şae azzebe”
muhbiri sadık saduku masduk... dilerse Allah affeder dilerse azab eder elverir
ki şirke girmemiş olasınız, ona eş ortak koşmamış olasınız. Falan put filan
put, lat, uzza, menat, hübel diyerek huzuruna gitmemiş olasınız. Siz öylesiniz.
Ukunuz şirkten temizdir. Ve inşallahu teala öylece devam edeceksiniz. Herkes
inancı ölçüsünde bu ümit ve endişe dengesini korur ve yine inancı ölçüsünde
Allah’a karşı saygı duyar mehafet altında ve heybet altında ve endişe altında
bulunur. “İnnema yehşallaha min ibadihil ulema” Allah’a karşı hakkıyla saygı
duyanlar bilenlerdir. mefhumu muhalifi şudur. Birisi Allah’a karşı saygısız
davranıyorsa o cahildir. Daha saygısız davranıyorsa daha cahildir.
Herkes Allah’ı bildiği ölçüde
ona saygılı olur. En saygılı en çok bilen kimdir? Zannediyorum en çok bilen
kimdir sorusunu tevcih ettiğim zaman hiç tereddüt etmeden aklınıza insanlığın
iftihar tablosu Hz. Muhammed Mustafa gelecektir (sav.) Öyle korkardı ki size
nakletmişimdir, yatağının altında bir hurmayı akşamdan ağzına götürdüğü için o
gece sabaha kadar uyuyamamıştı. Canım çıksın anam ya Resulüllah ne bu ızdırap
diyince, yatağın altında bir hurma buldum, ve yedim çiğnedim onu ama bizim eve
sadaka zekatta geliyor. Bilemiyorum ki o bizim evden bir şey miydi yoksa sadaka
zekat malımıydı ki onları yemek bana haramdır. O gece sabaha kadar
uyuyamamıştı. Bunu pak zevcelerinden pak analarımızdan ezvacı tahirattan biri
naklediyor. O kadar korkuyordu. Sakalında ak telleri onun yerine ben
ağarsaydım.. vakıa ağarmadık yerim de kalmadı ya! Ve alnında buruşukluklar baş
göstermeye başlamıştı. O güzel çehre her gün bir gülün solması gibi aheste
aheste mahafet ve mehabet altında ayrı bir güzellik alıyordu. Dünyevi güzellik
uhrevi güzelliğe inkılap ediyordu. Çok seven ve öleceğim dediği zaman fedake
ebi ve ummi diyen anam babam tatlı canım sana feda olsun diyen Hz Ebu Bekir derin
derin çehresine baktı. Uhrevileşen bu derin çehre, cennetleşen bu derin çehre,
lahutileşen derin çehre dünyevi taravat süzülüp gidiyordu. Bu süzülme bu hilal
hayal olmada mehafet ve mehabet rol oynuyordu. Ama bir uhrevi güzellik alemi
başlamıştı. Dünyadan kaçışı sezen Hz Ebu Bekir çehresine derin derin baktı;
“Şibte ya Resulallah” dedi yaşlanıyor gibisin ya Resulallah. “Şeyyebetni Hud ve
ahavatuha” buyurdu. Hud suresi ve benzer sureler iflahımı kesti benim diyordu.
Ne diyordu hud suresi: “Festakim kema umirt” emrolunduğun gibi doğru ol. Doğru
ol diyordu. Elif gibi doğru olana ok gibi doğru gidene Kur’ân diyordu ki Allah
doğru olmayı sana nasıl anlattıysa öyle doğru ol diyordu. Acaba nasıl olsam ki
ben diyordu. Yemedim içmedim bir hayli zaman hilal hayal oldum. Dünyaya çoktan
sırtımı çevirdim. Cennete koydular dini mübini neşretmek için orda durmadım.
Döndüm insanların içine geldim. Başka nasıl acaba istikamet etsem ki diye
düşünüyor. Allah cellecelaluhu o istikametin doruğunda artık işin son noktaya
ulaşmasında oraya ulaşmış Hz. Muhammed Mustafaya Festakim kema umirt diyordu
sav. Olduğun noktayı koru demekti ve onun şahsında vazi has usul ıstılahına
göre fakat ve mevzuun leh umumidir diyorlar. Aslında Allah bize diyordu.
Emrolunduğunuz gibi doğru olun diyordu. Kur’âna göre izaya gelin diyordu. Ama
Allah Rasulü o da ondan hissesini alıyor. Hz. Ebu Bekirin yaşlandın ya Resulallah
uhrevileştin ya Resulallah sorusuna karşı karşılık şeyyebetni hud ve ahavatuha
buyuruyordu. Hud suresi ve hud suresinin ahavatı... vel murselatu urfen fel
asıfati asfa veya el kariatu mal karia vema edrake malkaria. Veya al hakkatu
malhakka vema edrake mal hakka sureleri iflahımı kesti ve beni yaşlandırdı
buyuruyordu Allah rasulü sav. Neden? Çünkü Allah’ı en çok o biliyordu. Ene etkakum
buyuruyordu. Allah’tan en çok korkanınız benim diyordu. Elhak doğruydu. Çünkü
Allah’ı en çok o biliyordu. Bilen korkar bilmeyen laubali hareket eder.
Aişe validemiz diyor ki
Buhari Müslim gibi muteber hadis kitaplarında havada bir bulut belirince Allah
Rasulü oturur kalkardı, girer çıkardı, rengi benzi atardı, ne yapacağını
bilemez hale gelirdi. Niye ya Rasûlullah derdik? Buyururdu ki bizden evvelde
bir kavmin başında böyle bir bulut belirdi. Kur’ân şöyle hikaye ediyor. Felemma
raevhu aridan müstakbile evdiyetuhum. Kalu haza aridun mümtiruna. Başlarında
böyle bir bulut belirince dediler ki, bize yağmur verecek bu bulut.. oysa ki
Hud’un üzerinde, Hz. Hud kavminin üzerinde ortalığı kasıp kavuracak bir fırtına
bulutuydu. Hz. Lut’un kavmi üzerinde başlarına taş yağdıracak bir buluttu. Hz.
Nuh’un kavmi üzerinde ortalığı sele verecek yerden sular fışkırtacak bir
buluttu. Ne bileyim belki bizim başımızda beliren bulutta böyle bir buluttur
diyordu. Ödü kopuyordu. Giriyor çıkıyordu, oturuyor ve kalkıyordu. Oysa ki
Allah ona şöyle demişti. Vema kana Allahu yuazzibehum ve ente fihim, vema
kanallahu muazzibahum ve hum yestağfirune.. sana ruhum kurban olsun. Vema kana
Allahu yuazzibehum ve ente fihim.. sen içlerinde olduğun sürece Allah olara
azap etmeyecek diyordu. İşte size garanti, şakası yok bu meselenin. O
hadiselerin zimamı elinde olan söylüyor bunu Allah diyordu bunu. Fakat bu onun
içindeki o mehafet hissini, mehabet hissini, o endişeyi o korkuyu silmeye
yetmiyor yine korku duyuyor yine endişe ediyordu ve siz istiğfar ediyorsanız
Allah sizi de helak etmeyecektir. Günahlarınızı göz yaşlarınızla iç iniltilerle
endişelerle siliyorsanız Allah size de azap etmeyecektir. Etse de altını üstüne
getirdiği o kavimler gibi altınızı üstünüze getirmeyecektir.
En çok bilen en çok endişe
duyan. Allah bir gün Cebraille Mikaili siyer kitapları yazıyor naklediyor.
Zannediyorum Hayatu’s-sahabede de Kandehlevi kaydetmiş bu vakayı. Baş başa
vermiş ağlıyorlar bütün gök ehli bu en mukarreb melekleri Allah’ın mutaun semme
emin dediği Cibril ve Mikail. Her an Allah rasulünün yanında Allah rasulü gökte
iki vezirim var Cebrail ve Mikail yerde iki vezirim var Ebu Bekir ve Ömer.
Yerde Ebu Bekir ve Ömer gökte Cebrail ve Mikail. Çoğu peygamberlerden de ileri.
Belki Hz. Muhammed Mustafa sadece onların önünde. Onunda üstadlığı, Cibrilin
üstadlığı bittiği zaman Hz. Muhammed Mustafa’nın sav çekirdeğinde üstün olma
istidadı inkişaf etmiş Cibrilin önüne geçmiş. Niye ağlıyorlardı acaba?
Kendilerine sorulduğunda şeytanın başına gelenler şeytanın başına geldikten
sonra bunlar hiç durmadan ağlamaya başlamış. Baş başa vermiş durmadan
ağlıyorlardı. Ve Allah sordu Ma lekuma tebkiyani. Noldu size ne diye
ağlıyorsunuz. Ma nemenu min mekrike ya Rabbel alemin. Senin mekrinden emin
olamayız. İşte şeytan dün secde etmediği yer kalmamıştı yerde gökte. Bizimle
beraberdi. Allah diyor başka şey duymuyordu. Tepe taklak gitti. Tepe
taklak gitmeyeceğimize emin değiliz ki
nasıl ağlamayalım. Ravi diyor ki Allah şöyle buyurdu; Fe kuna ha keza, işte hep
böyle olun sizi hep böyle göreyim diyor. Ve bu rivayetin devamında deniyor ki
Mikail as cehennemin yaratıldığına muttali olduğundan itibaren bir defa
tebessüm belirmedi. Siz nasıl hesap ederseniz ediniz bana mesele çok karışık
geliyor. Cehennemin yaratılışına muttali olduğu andan itibaren dudağında
Mikailin tebessüm belirmedi. Hakkın mükerrem ibadı. Melekler yerde göklerde
avamından avamı nası efdal eylemiş Allah. Mükerrem ibad yemez içmez bunlar.
Bunlar zamanın üstünde yaşarlar. Doğmazlar, doğurmazlar bunlar. Günahtan müberradırlar,
masumdurlar. Fakat endişeden ari değillerdi. Korkudan sıyrılamamışlardır.
Endişe içindedirler. Neden çünkü Allah’ı çok biliyorlar. Demek kendisini
laubaliliğe salan bir üzülürse beş kahkaha atan.. bunlar Allah adına çok fazla
bir şey bilmeyen nadanlar. Hele sohbeti nadana kendilerini salarlarsa bütün
bütün nadanlaşırlar. Size o cahil tabirini tekrar etmemek için nadan dedim.
Anlayan anlasın. Anlamayanda merak etmesin.
Nadanlar eder sohbet-i nadanla
telezzüz.
Divanelerin hemdemi divane
gerektir.
Divanelere hemdem olmayın.
Hakka gönül vermişlere dilbeste olmuşlara hemdem olun. Onlarla düşün kalkın
anların düşünce dünyasını onlarla paylaşmaya çalışın ve bu noktada Allah rasulu
sav lev taklamune ma ealem le dahiktum kalilen ve le bekeytum kesiren ve lemma
telaleztum ala furuş ve le saadtum ilassuudat veya vele harectum ilassuudat
techerun ilallah ev kema kal. Eğer bildiğimi bilseydiniz çok ağlar az
gülerdiniz. Ne biliyordu. Marifeti saniyle serfirazdı. Bilgisi ona sen hakkıyla
bilemedik sözünü söyletmişti. Ma arafnake hakka marifetike ya maruf. Ey her
şeyden daha ayan olan Allah seni hakkıyla bilemedik demişti. Öyle diyorlar.
Hadis kriterleri açısından bu sözü hadis olarak rivayet zordur ama fakat pek
çok ehli tahkik Allah rasulu ma arafnake hakka marifetike ya maruf dediğini
naklediyorlar.
Lev talamune ma alem le
dahiktum kalilen ve le bekeytum kesiren.. eğer bildiğimi bilseydiniz o perdenin
arkasındakini bilseydiniz. Rabbin ululuğu ve azameti adına.burada anti parantez
burada bir şeye dikkatinizi çekeceğim. Rabbe karşı saygı Allahtan korkma derken
haşa Allah’ı kırıp geçiren, kasıp kavuran ortalığı yıkan etrafa velvele salan,
insanları iflah etmeyen bir rab olarak bilip öyle korkma değildir. Hayır onun
nimetlerini bilen iclalini bilen azametini bilen şu tirilyon defa tirilyonca sene ışıkla varılamayan,
buutlarına ulaşılamayan, derinliklerine
ulaşılamayan, mekanı tesbih taneleri gibi kudret elinde çeviren, onu çevirirken
kalbinizi de elinde tutan Allah rasulünün beyanı içinde El kalbu beyne
isbaeyhi, min esabiirrahman yukallibu keyfa yeşa.. kalb Allah’ın iki parmağı
arasındadır onu istediği tarafa evirir ve çeviri. İrade ve meşiet mekiğini
nebülozlardan kalbinize kadar uzatan bir taraftan yıldızlarla ayrı bir alem
ören beri tarafta sizi ören bu büyük icraatın sahibi akıllarda idrak edilemeyen
ve Hz. Ebu Bekire el aczu anil idraku idrakun Seni idrak edememek gerçek
idraktır, Seni bilemedik dediğimiz zaman gerçekten Seni bilmiş olacağız. İşte
ulu Allah’ın ululuğunu bu denli kavramak, ihsanları karşısında iki büklüm
olmak.. bu ne saygısızlık, sen başından nimetler yağdırıyorsun, ağaçlar
tebessüm ediyor, önüme meyve döküyor, bana tablacılık yapıyor, eteklerini
dolduruyor, bana koşuyor, hava benim imdadıma koşuyor, su benim imdadıma
koşuyor, toprak benim imdadıma koşuyor ve bunlar senin emirber neferlerin gibi
benim emrime musahhar hareket ediyorlar. Yer gök Kur’ân’ın dediği gibi her şey
bana musahhar olmuş bu ne saygısızlık ben sana baş kaldırıyorum. Her şey Seni
dinliyor. Allah arza ve semaya bana ister istemez bana tavan ve kerhen gelin
etayna taiin diyorlar. İster istemez sana geliyor, itaat ediyor, seni dinliyor,
baş kaldırmadan sana sığınıyoruz diyorlardı işte bu Allah’ı bu ululuğu içinde
düşünerek kendimize göre tasavvur ederek o zatıyla tasavvur edilemez. O tasavvurlar
dışıdır. Kendi idrakimize göre tasavvur ederek ona karşı saygılı olmak ona
karşı edepli olmak. Yoksa tekrar ediyorum kasıp kavuran ortalığı yıkıp bir
birine karıştıran insanları helak eden yakalarından tutan mahveden kahhar
cebbar bir zatın sadece iclali manasına değil. O mücerred büyüklük, o mücerred
saltanat, o mücerred ihtişam, karşısında saygılı insanlar kemerbestei ubudiyet
içinde kullar ister ve bizde inşallah bu saygıyı takınarak onun karşısında
saygılı olacağız. Efendimiz sav bu manada lev talamune ma alem dahiktum kalilen
ve le bekeytum kesiren bildiğimi bilseydiniz çok ağlar az gülerdiniz diyor. Bir
yerde gülen sahabi kiram topluluğuna rastladı. Onlara ravi şöyle dediğini
rivayet ediyor: öteden emniyet müjdesi mi aldınız. Zira insanın önünde insanın
önünü kesmiş insanın içine korku salacak o kadar çok şey var ki bunları
aşıncaya kadar insanın doğrusu burada keyiflenmesi ve kendisini eğlencelere
salması kendisini bilememesi demektir.
Ve seleften size bir şey arz
edeyim: biri birine sorardı nasılsın? O ona şöyle derdi: öldüğü zaman nasıl öleceğini
bilemeyen, münker ve nekirin men rabbuke ve men nebiyyuke ve ma dinuke
suallerine karşı nasıl cevap vereceğini bilemeyen, mahşerden kalktığı zaman
sağcıların toplandığı yerde mi solcuların toplandığı yerde mi toplanacağını
bilemeyen fe emme men utiye bi kitabehu bi yeminihi veya ve emma bi kitabihi bi
şimalihi sözünün şeref sudur ve şeref nüzul olduğu anda defterini sağdan mı
soldan mı alacağını bilemeyen, ameller ve günahlar ve sevaplar tartıldığı zaman
sevabımı ağır basacak, günahımı ağır basacak ne olduğunu bilemeyen, alem
sırattan geçerken kimisi kancalara takılıp orada kalırken, kimisi aşağıya
dökülürken oradan geçeceğini ve geçemeyeceğini bilemeyen.. sonra kimisi cennete
kimisi cehenneme yığın yığın atıldıkları zaman cennete mi cehenneme mi
gideceğini bilemeyen Allah aşkına nasıl olur işte ben öyleyim diyordu. Çünkü
ben bunların hiç birisini daha bilemiyorum. Ölmedim ki nasıl öleceğimi bileyim,
kabre girmedim ki karşıma ne çıkacak onu bileyim, hesap görmedim ki nelerin
hesabını nasıl vereceğimi bileyim. Evet onları bilemeyen nasıl olur işte ben
öyleyim hükmümü sen ver.
Nasılsın? Biz ne rahatızdır mu mevzuda. Nasılsın iyi
misin? Vakıa Allah’ın nimetleri adına çok şükür. Neye? Ala nimetil islam ve devletil
iman. İslam nimetine, iman devletine binlerce hamd ve sena olsun. Amma diğer
yanıyla kendimizi kurtarmış olma açısından bu soruya cevap veriyorsak verilecek
cevap benim size arz ettiğim şekilde, sitilde olmalıdır. Bu dikkatli insan
cevabıdır, öbürü laubali insan cevabıdır. Tekrar ediyorum yanlış anlamayın
Allah’ın üzerimizde na mütenahi nimetler var. Elem necallehu ayneyn buraya
gelirken okuyordu hocamız. Elem necallehu ayneyn size iki göz bahşetmedim mi?
Ve lisanen ve şefetenyn? Bir dil iki dudak lütfetmedim mi ve hedeynahum
necideyn doğru yo ve eğri yol göstermedim mi? Yol ayrımına bir yol gösterici
trafik memuru gibi dikmedim mi? Doğru yola doğru yola dedirtmedim mi? Ve
hedeynahum necideyn... hocamız dedi soluğu kesildi. Felaktahamel akabe...el var
ayak var, göz var dudak var dil var dudak var kalp var vicdan var ama biz
takılıp yollarda kaldık.
Allah diyor ki ben verdiğimi
verdim, onlar nankörlük yaptı takılıp yollarda kaldılar ve yolda kalanlara
yazıklar oldu. Felaktahamal akabe, o uçurumu o tepeyi aşamadılar diyor. Takıldı
tepede kaldılar. Mücahede ediyorlardı, karşılarına çetin bir gün çıktık imtihan
oldular döküldü yolda kaldılar. İffetle yaşıyorlardı. Karşılarına bir kadın
çıktı harama çağırdı bir haramla takıldı yolda kaldılar. Yolda kalanlar
kendilerine yazık ettiler. Ne güzel helal helal yiyip içip yaşıyorlardı. Haram
lokmayı ağzına koydu takılıp yollarda kaldılar. Ne güzel doğru sözlerle
kanatlanıyorlardı. Yalanı sermaye yaptılar her sokak başında millete onunla
kendilerin sattılar, takılıp yollarda kaldılar ve yollarda kalanlara yazıklar
oldu. Ben onlara ağız verdim, dil verdim, dudak verdim, göz verdim, kulak
verdim ve sonrada doğru yola hidayet ettim. Ama onlar takılıp yollarda
kaldılar. Bir şey ilave etmeden sadece kendi anlayış çeşnim içine katıp ifade
ediyorum.
Kur’ân’ın beyanıdır. Ve
bunları düşünecek çok ağlayacak az güleceksiniz. Zira sizin de öteden elinizde
eman fermanı yoktur. Allah şöyle buyuruyor: la ecmau beyne emneyn vela ecmau
beyne havfeyn. İki emniyeti bir arada vermem. Buradaki endişeleriniz
korkularınız sizin için müjde esası olsun Allah onunla sizi ötede sevindirsin.
Vücuhun yevme izin naduratun ila rabbiha nazırah. Ne tatlı gün. Acaba öyle olur
mu diye namazda okurken bile dudaklarım aşağıya doğru kayar o gün bir kısım
çehreler nedretten behçetten gökçeklikten tebessüm edecek hale gelecek
rabblerine baka baka. Baktıkça gülecekler tebessüm ettikçe bakacaklar, bakış
ayrı bir haz olup içlerine akacak, içlerine akan haz yeni bakış arzusu
uyaracak. Rabbe bakacak doyacak doydukça yeni bakış arzusuna uyacak. Bakacak doyacak. Allah isim
cümlesiyle anlatıyor. Bir devam içinde sürekli rabbe bakacak ve nedretle
gerilecekler. Vücuhun yevme izin nadıratun ila rabbiha nazırah. Allah sizi ve
beni de bu zümreden etsin. Ve vücuhun yevme izin basiratun tezunnu en yufela
biha fakırah, bir kısım çehreler var ekşi uhrevilikten uzak. Yüzlerine
cehennemden toz duman saçılmış gibi sim siyah. Başka bir yerde eti dökülmüş
sadece kemikleri kalmış gibi kalih sözüyle anlatır Kur’ân. Bu korku kabirden
başlayacak, mahşerde devam edecek, sıratta devam edecek ve cennete girinceye
kadarda bir gulyabani gibi bunları takip edecektir. İnşallah siz öteye
gözlerinizi açtığınız zaman burada sizi hakikate uyaran en büyük doğruya uyaran
islama uyaran Allah ötede de nedrete uyarır behçete uyarır, cennet yamaçlarına
uyarır, huriye uyarır gılmana uyarır. Fe bi eyyi alayı rabbikuma tükezziban.
Onu inşallah orada der, orada duyarsınız. Bunlar rabbinizin size nimetleri.
Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edersiniz ki baştan aşağı size nimet
yağdırıyor. Bilin kadrini artırsın nimetlerini ve elinizden alacağından
endişeyle sarsılın o nimetlere sımsıkı sahip çıkın.