Aydınlatma ve Aydınlatma teknolojilerinin gelişimi

Aydınlatma teknolojilerinin gelişimi

İlk insanlar ateşi düşen bir yıldırım sayesinde buldu daha sonra odun parçalarını birbirine sürterek ateş yakmayı öğrendiler.
Daha sonra çakmak taşını keşfettiler.Sonrada kibriti buldular.Daha sonra uzun süre yanabilen ağaçlardan meşaleler yaptılar.Hayvan yağlarının içine fitil koyup mum yaptılar. Petrolün bulunmasından sonra uzun süre gaz lambaları kullanıldı.Karpit taşının suya atarak asetilen gazı elde edildi bu gaza uygun lambalar kullanıldı

Elektrik bulunduktan sonra Thomas Alva EDİSON adlı ABD li mucit elektrik ampulünü icat etti.
Böylece modern aydınlatma devri başladı.
Bilim adamlarının sayesinde günümüzde modern aydınlatma araçlarına kavuştuk.Eski Aydınlatma araçları çok dayanıklı değildiler bitebiliyorlardı.Yangın çıkmasına neden oluyor ayrıcada çıkardıkları duman ve gazla çevreyi kirletiyorlardı.Şimdi kullandığımız aydınlatma araçları hem daha temiz hem de kolay kullanılabilir.

Aydınlatma

İlk insanlar sadece Ayın ve yıldızların yaydığı ışıkla aydınlanırdı. Ateşin keşfedilmesiyle birlikte aydınlanma sorunu ortadan kalktı. Meşale, gaz lambaları, kandil ve mum gibi ışık kaynakları yapıldı. Daha sonraları ampul icat edildi. Ampul, icat edildiği günden beri aydınlatma teknolojisinin en önemli aracı olmuştur. Bilim adamları, çevreye zarar vermeyen ve sağlık sorunlarına yol açmayan ampuller üretebilmek için çalışmalarına devam etmektedirler.
Ampullerin yapısı oldukça basittir. İçlerinde çok ince filaman adı verilen bir tel bulunur. Filamandan elektrik geçtiğinde tel ısınarak ışık verir. Normal ampuller, ısınarak ışık verdikleri için elektrik enerjisinin çok az miktarını ışığa çevirirler. Bu nedenle elektrik enerjisinin büyük bir bölümünü ısı yerine ışığa dönüştüren floresan lambalar üretildi. Floresan lambalar normal ampullerden daha pahalı olmalarına rağmen, normal ampullerden dört kat daha verimlidirler.

NOT: Filaman akkor haline gelerek erimeden 3400°C’ye kadar çıkabilen tungsten adlı metalden yapılır.

Normal ampuller daha basit bir teknoloji ile üretilebilir. Ancak enerji tasarrufu sağlayan, küçültülmüş lambaları üretebilmek için daha ileri teknoloji gerek.

Mercekler : Özellikleri, Çeşitleri ve Kullanım Alanları

MERCEKLER

En az bir yüzü küresel olan iki yüzey arasında kalan cam ya da saydam plastik ortamlara MERCEK denir.
Optik araçların çoğunda mercek kullanılır.Gözün kendisi de doğal bir mercektir.Yapılış şekillerine göre mercekler,ince kenarlı ve kalın kenarlı olarak ikiye ayrılır.

İNCE KENARLI MERCEK(YAKINSAK MERCEK)

• Uç noktaları ince ,orta noktaları kalın olan merceklerdir.
• İnce kenarlı mercekler ışığı toplama özelliğine sahiptir.

• İnce kenarlı mercekler ışığı toplama özelliğine sahiptirler.

• İnce kenarlı merceğe gelen paralel ışınlar merceğin karşı tarafında bir noktada toplanır.Işınların toplandığı bu noktaya merceğin ODAK NOKTASI denir.
• Odak noktasının merceğe olan uzaklığına ODAK UZAKLIĞI denir.
• İnce kenarlı mercekler görüntü oluştururlar.Oluşan görüntüler cismin boyundan büyük,cismin boyuna eşit ve cisimden küçük olabilir.
• İnce kenarlı mercekler belirli mesafelerdeki cisimlerin düz ve büyük görüntülerini oluşturur.Bu nedenle büyüteç görevi yapar.
• İnce kenarlı mercekler hipermetrop göz kusurunun düzeltilmesi için üretilen gözlüklerde kullanılır.

HİPERMETROP:Yakını görememe göz kusurudur.Göze gelen ışınlar olması gereken yerden daha geride birleşir.Göz kısılarak görüntüyü net görmeye çalışır.İnce kenarlı bir mercek ile görüntü olması gereken yere düşer.

• İnce kenarlı mercekler ışık ışınlarını odak noktasında topladığı için bu noktada yüksek bir sıcaklığın oluşmasını sağlar.Bu sayede kağıt tutuşturulabilir.Fakat ormanlarda bırakılan ve ince kenarlı mercek görevi görebilen cam kırıkları bırakılırsa tehlikeli orman yangınlarına sebep olabiliriz.
• Su damlası,cam şişe,cam küre,ince kenarlı mercek gibi davranır.

KALIN KENARLI MERCEK(IRAKSAK MERCEK)

• Uç noktaları geniş ,orta noktaları ince olan merceklerdir.
• Işığı dağıtma özelliğine sahiptirler.

• Kalın kenarlı merceğe gelen paralel ışık demeti mercek içinden geçerken birbirinden uzaklaşarak kırılır.Kırılan ışınların uzantıları bir noktada toplanır.Bu noktaya ıraksak merceğin ODAK NOKTASI denir.Odak noktasının merceğe olan uzaklığına ODAK UZAKLIĞI denir.

• Kalın kenarlı mercekler;teleskoplar,mikroskoplar,kameralar ve miyop göz kusurunun düzeltilmesi için üretilen gözlüklerin yapımında kullanılır.
MİYOP:Göze gelen ışınların olması gereken yerden daha yakında birleşmesinden kaynaklanır.Kalın kenarlı merceklerle bu kusur düzeltilir.

• Kalın kenarlı mercekler cisimlerin düz ve küçük görüntülerini oluşturur.Cisimleri daha küçük göstererek sürücünün görüş alanını arttırdığı için araçların arka camlarına konulur.

NOT:Merceğin odak uzaklığı merceğin eğrilik yarıçapına,yapıldığı malzemeye ve bulunduğu ortamın cinsine göre değişir.Ayrıca farklı renkte ışıklar için merceğin odak noktası farklıdır.
Göz kusurlarını gidermede kullanılan bu mercekler hava ortamında kullanılmak üzere dizayn edilmiştir.Farklı ortamlarda kullanıldıklarında ışıkları kırma açıları değişeceğinden aynı sonucu vermezler.

Işığın yansıması ve kırılması arasındaki benzerlik ve farklılıklar:
Işık ışınlarını yansıtan yüzeyler etkileştiği yüzeyin cinsine bakılmaksızın onu geldiği ortama eşit açıyla gönderirken, kırılma olayında maddenin cinsi kırılma açısını etkiler. Kırılma olayında ışık ortama dik gelmediği sürece gelme açısı kırılma açısına eşit olmaz.
İki olay arasındaki bir diğer farklılık ise oluşan görüntülerin düzlem aynada cisimle aynı büyüklükte olması, merceklerde ise kırılma olayı sonucu oluşan görüntüler kimi zaman cisimden büyük, kimi zaman cisimden küçük olur.

14.Yoğun ortama giren ışık nasıl bir yol izler?
Yoğun(kırıcı) ortama giren ışık,normal çizgisine yaklaşarak kırılır. Normale yaklaşan ışığın hızı da azalır.

15.Az yoğun ortama giren ışık nasıl bir yol izler?
Az yoğun(az kırıcı) ortama giren ışık normalden uzaklaşarak kırılır ve bu sırada hızına da artırır.

16.Işık maddesel ortamda mı yoksa boşlukta mı daha hızlı yayılır?
Işığın bir maddesel ortamdaki hızı boşluktaki hızından küçüktür.

17.Tam yansıma nedir?
Işığın yoğun ortamdan az yoğun ortama geçmeyip geldiği ortama geri dönmesine tam yansıma denir.


18.Kalın kenarlı ve ince kenarlı merceği açıklayın.
Kenarları ortalarına göre ince olan mercekler ince kenarlı(yakınsak) kalın olanlar ise kalın kenarlı mercek(ıraksak) mercek olarak adlandırılır. Yakınsak merceğe gelen ışık ışınları mercekten geçerken kırılarak bir noktada toplanır ve buradan tekrar yayılır. Kırılma merceklerde iki kez gerçekleşir. İlki merceğe girişte,ikincisi ise mercekten çıkışta meydana gelir. Kırılan ışık ışınları bu iki kırılma sonucunda bir noktada toplanır. İnce kenarlı merceklerde kırılan ışınların toplandığı bu noktaya ince kenarlı merceğin odak noktası denir. Kalın kenarlı mercekler,üzerine düşen paralel ışık ışınlarını bir noktadan çıkıyormuş gibi dağıtarak kırar. Kırılan ışınların uzantıları ışığın geldiği taraftaki bir noktada kesişir. Bu nokta kalın kenarlı merceğin odak noktasıdır.

19.Hipermetrop göz kusuru hangi mercekle düzeltilir?
İnce kenarlı mercekle düzeltilir.

20.Miyop göz kusuru hangi tür mercekle düzeltilir?
Kalın kenarlı mercekle düzeltilir.

Kadınlar Karbonatı Keşfetti

Yaşadığımız dünya her geçen gün biraz daha kirleniyor, doğallığını kaybediyor. Kuraklık, sel felaketleri derken insanoğlu zor günler-anlar yaşamak, ölümcül hastalıklarla boğuşmak durumunda kalıyor. Dünyayı bu hâle biz getirdiğimize göre onu düzeltecek de biziz.

Sadece kadınlar buna inansa bile hayli yol alacağımız aşikâr! Avrupa, Amerika ve hatta Türkiye’de de bu anlamda bilinçlenen, zararlı kimyasalları hayatından çıkarmaya çalışan meraklılar var. Üstelik kıtalararası bilgi alışverişleriyle her sağlıksız temizlik maddesi ya da yiyeceğin doğal alternatifi bulunuyor. Son zamanlarda dünya kadınlarının konuştuğu önemli konular arasında karbonat mucizesi var. Bakalım onu nerelerde kullanabiliriz?

Camlar üzerinde kalan bant izleri veya yeni eşyalardaki inatçı etiket izleri için karbonatı suyla karıştırarak macun kıvamına getirin ve bir bez yardımıyla lekeleri ovarak temizleyin. Duruladıktan sonra izlerin yok olduğunu göreceksiniz.

Hamam böcekleri hanımların kabûsudur. Zehirli ilaçları mutfakta kullanmak ise insanı âdeta paranoyaklaştırır. Çözüm için yarım ölçü toz şeker ile yarım ölçü karbonatı karıştırrarak evin muhtelif yerlerine koymak yeterli. Şekere gelen böcekler karbonatı tükettiğinde ölüyor.

Tıkanan lavabolara döktüğümüz açıcılar hem suda yaşayan canlıları öldürüyor, denizleri zehirliyor hem de su borularını yıpratıyor. Ayrıca buharının solunması önemli sağlık sorunlarına vesile olabiliyor. Onun yerine; haftada bir kez bir çay fincanı karbonat ile bir çay fincanı sirke karışımını mutfak, banyo lavabonuza dökmeniz yeterli. Ayrıca aynı karışımın ardından bir çaydanlık kaynar suyu boşalttığınızda da tıkanıklıklar açılıyor. Bir tutam karbonat ile sirke karışımını da bulaşık sonrası lavabo temizliğinde kullanabilirsiniz.

Duş kabinlerinin camlarında oluşan kireç lekelerine karşı da ıslak süngere karbonat döküp ovmanız kâfi. Kireç sökücü, çamaşır sulu temizlik maddelerini kullanmanıza gerek yok.

Doğal diş macunu tedarik edemiyorsanız dörtte bir çay kaşığı karbonatı kaşık içinde sulandırarak kendi macununuzu kendiniz yapabilirsiniz.

Ayrıca üç kaşık karbonatı bir kaşık suyla karıştırıp hafif masajla cilt temizliğinde de kullanabilirsiniz.

Alerjik bitki tahrişlerinde de kaşınan yerin üzerine karbonat serperek kaşıntıyı durdurabilirsiniz.

Evinizdeki küçük sanatçıların duvar yazı ve resimlerini silmek için de karbonat imdadınıza yetişebilir. Islak beze karbonatı serpip ovmanız yeterli.

Yağ lekelerinin üzerine karbonat serpin, bir saat sonra lekenin tamamen yok olduğunu göreceksiniz.

Karbonatı marketlerden almak yerine kiloyla aktarlardan çok daha ucuza temin edebilirsiniz.

Besinlerin Saklanma Süreleri

Portakal, limon, elma, armut 1-2 hafta.

Ispanak, marul, domates 2-3 gün.

Lahana, havuç, kereviz 6-7 gün.

Kıyma ve küçük parça et 1 gün (eğer et taze ise).

Süt, taze lor veya çökelek 1-2 gün.

Peynir, yoğurt, kaymak 5-7 gün.

Yumurta 1-2 hafta.

Pişmiş et yemekleri 1-2 gün.

Zeytinyağlı yemekler 2-3 gün.

Patates, karanlık, serin, kuru ve hava akımı olmayan yerlerde saklanmalıdır. Işık, patatesin renginin yeşile dönmesine neden olur.

Soğan için en iyi saklama ortamı kuru, hava akımı bulunan serin yerlerdir.

Kuru besinler ise serin, karanlık, kuru ve havalandırılabilen bir ortamda mümkünse yerden yukarıda, ağzı kapalı kaplarda, birbirlerine benzeyenler bir araya konmak suretiyle saklanmalıdır.

Okullarda Öğretemediklerimiz

Çocukların sahip olması gereken, onları daha sakin, daha karakterli, daha mutlu yapan bazı beceriler vardır ki okul, sınıf gibi ortamlarda öğrenmesi çok zordur. Bu tür beceriler mutlaka aile ortamında, çocuk okula başlamadan önce kazandırılmalıdır…

Dinleme: Çocuğun evden getirmesi gereken özelliklerin en önemlilerinden biridir. Bunu kazanmadığı sürece bütün okul hayatında ve sosyal yaşamında başarısız olabilir. Oğlunuza-kızınıza örnek olun ve her söylediğini sanki dünyanın en önemli şeyiymişçesine dinleyin. Boyunun hizasına eğilin, gözlerine bakın ve gerçekten dinleyin.

Eleştirel düşünce: Eğitim sistemimiz malum. Yarış atı robotlar üretiyor. Ancak küçük yaştan itibaren çocuklara sorgulamayı, irdelemeyi, uyarlamayı ve değiştirmeyi, nedenlerini bilmeden kabul etmemeyi, soru sormayı, eleştirmeyi öğretirsek ileride başkaları tarafından yönlendirilip kandırılması, etki altına alınması neredeyse imkânsız hâle gelir. Anahtar soru ‘neden’dir. Sık sık sorun ve onun da size sormasını sağlayın.

Okuma alışkanlığı: Okula gitmeyen çocuk okuyamaz ancak kitaplarla uğraşabilir, resimlerini yorumlayabilir, masal anlatabilir ve dinleyebilir, kendine ait kitapları ve kütüphanesi olabilir. Kitapların sihirli dünyasıyla ne kadar erken yaşta tanışırsa bu beceriyi o kadar erken kazanır.

Kararlılık: Kararlı, mantıklı ve ne istediğini bilen çocuklar her zaman daha mutlu ve başarılıdır. Küçük yaştan itibaren ona seçenek sunun, seçimlerini yapması için cesaretlendirin, ne izleyeceğine, ne giyeceğine, ne oynayacağına kendisinin karar vermesine izin verin.

Ayrıntılar: Eğer küçük şeyleri fark edip bunlardan mutlu olmasını öğretirseniz çocuğunuzun en kötü günleri yaşarken bile mutlu olabilmesini sağlarsınız. Ayrıntıları fark edin ve çocuğunuza gösterin. Güzel bir yemek, toprak kokusu, sımsıkı sarılma, sıcacık güneş, kısa bir yürüyüş, iyi bir film gibi hayatın küçük ayrıntılarını ona gösterin.

Yumurta Deyip Geçmeyin

Tıp profesörleri arasında kolesterol tartışması sanal ortamda da olsa hız kaybetmeden devam ediyor. Filler tepişirken ne yazık ki vatandaşın payına kafa karışıklığı düşüyor. Yumurta, kırmızı et, tereyağı gibi temel gıdalar da bu olumsuz rüzgârdan nasibini alıyor. “Kolesterolüm yükselmesin diye yumurta yemiyorum.” diyenlerdenseniz fikrinizi değiştirmenizi tavsiye ederiz. Çünkü yumurta bir insan için ‘olmazsa olmaz’ sınıfında değerlendirilebilecek özel besinler arasında. Söylemesi bizden, son kararı siz vereceksiniz…

Ortalama 50-60 gramlık ‘doğal’ bir yumurta sarısında, 900 mg Omega-3 var. Bu, kandaki kolesterolü düşürmekle görevlidir. Ayrıca içindeki lesitin de kan kolesterolünü ayarlar.

İnsan proteinine en yakın yumurta proteinidir.

Yumurtadaki lesitin vücudumuzdaki önemli yapıtaşlarından biridir. Sağlıklı bir cilt, tırnak ve saçlar içinse çok gereklidir.

Yumurtanın temel aminoasitlerinden olan ‘kolin’ ise karaciğer yağlanmasını önler, sinir iletilerini kolaylaştırır. Sinir sisteminin sağlıklı şekilde çalışmasını sağlar.

Tam bir yumurtada birçok doğal vitamin ve mineral de bulunur. Bunların vücuda girebilmesi için yumurtanın az pişmiş şekilde (trans yağlar oluşturmadan) tüketilmesi gerekir. Tavada yapılacağı zaman düşük ateşte (kısa süre) saf tereyağı ile hafif karıştırıp kendi ısısında yoğunlaşmasını bekleyin.

Yumurtanın bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği de ispatlanmış durumda. Harvard Tıp Fakültesi Beslenme Bölümü’nde hazırlanan yeni beslenme önerilerinde de günde 2 yumurta tüketmenin sağlıklı olduğu belirtiliyor.

Kilo Vermeyi Engelleyen Hatalar

Yaz aylarının yaklaşması ile birlikte pek çok kişi yaza formda girmek için kulaktan kulağa yayılan şehir efsanelerini uygulamaya başlıyor. Oysaki bilinçsizce uygulanan zayıflama yöntemleri, geçici kilo kaybından öteye gidemeyerek ciddi sağlık sorunlarını da beraberinde getiriyor.

Diyet sırasında light ürünleri istediğimiz kadar tüketebiliriz

Aslında light ürünlerin tamamı az miktarda kalori içermiyor. Bu ürünlerin de içerisinde tuz, şeker ve yağ oranı belirli ölçülerde bulunuyor ve belli kalorileri var. Sürekli light ürünler tüketmek tek tip beslenmeye sebebiyet verir. Bu da sağlık açısından uygun bir beslenme stili değildir. Bu ürünlerin belirli besin öğeleriyle yerleri değiştirilerek tüketilmesi gerekiyor. Mesela; 1 dilim ekmek yerine tüketilen yarım paket diyet bisküvi ara öğün için oldukça ideal.

Balın sıcak suyla tüketilmesi yağ yaktırır

Bal sıcak suyla tüketildiğinde üst solunum yolu enfeksiyonlarına, kabızlığa iyi geliyor. Fakat yağ yakma gibi bir özelliği bulunmuyor. Balın metabolizmayı hızlandırması kilo vermeye yardım ettiği anlamına gelmiyor. Fakat direkt şeker ihtiyacı olan (hipoglisemi) ya da yüksek aktivite yapan kişilerde enerji vermesi açısından kullanılabilir. Ancak besleyici değeri yok. Balın içerisinde eser miktarda vitamin ve mineral bulunuyor, karbonhidrat bakımından da zengin.

Ekmek ve pilavı bırakmak kesinlikle kilo verdirir

Sağlıklı zayıflamada esas olan vücut dengesini bozmamak, yağ dokusundan belirli oranlarda zayıflamaktır. Ancak günlük alınması gereken besin grupları beslenme listesinden çıkarıldığında; vücutta oluşan açlık doğru dokulardan giderilemeyebilir. Doğru olan; her bir besin grubunun belirli oranlarda tüketilmesi ve egzersizle birlikte yağların yakılmaya çalışılmasıdır. Tahıl ve tahıllı ürünler B vitamini kompleksleri için oldukça önemlidir ve yeterli tüketilmediğinde sinir sistemi rahatsızlıkları, ruhsal sorunlar, depresyon, sıkıntı ve isteksizlik, gerginlik durumları, tırnak ve saç sorunlarına neden olabilir.

Zeytinyağı yemek zayıflatır

Zeytinyağının içerisinde “Omega 6” yağ asidi bulunuyor. Ancak salatalarımıza gereğinden fazla zeytinyağı dökmek, ekmeğimizi zeytinyağına bandırarak yemek kilo aldırıyor. Unutulmamalı ki; zeytinyağının 1 gramında 9 kalori var. Dolayısıyla aşırı tüketilen zeytinyağları ve zeytinyağlı sebze yemekleri vücutta yağı artırıyor. Fazla kilo alımı da bize kalp, tansiyon, şeker gibi problemlerle geri dönüyor. Ancak uygun miktarlarda tüketilen zeytinyağı; katı yağ, iç yağ ve tereyağından daha fazla besin öğesi içeriyor. Ayrıca kilo vermek, sağlıklı kalmak isteyenler için de önemli bir alternatif.

Ara öğün atlamak zayıflatır

Yeterli ve dengeli beslenme vücudun ihtiyaç duyduğu kalorinin doğru besinlerle sağlanmasıdır. Ancak ağırlık kaybına neden olabileceği sanılan ara öğün atlamak doğru bilinen en büyük yanlışlardandır. Vücut uzun süreli açlık döneminde yağ depolarından yakmak yerine, kas ve su depolarını boşaltır ve sürekli açlık durumu yaşayacağını düşünerek yağ depolamaya başlar. Ara öğünler ise vücudun hormonel dengesini sağlar, dengeli şekilde zayıflamaya yardım eder. Vücudun uzun süreli açlık çekmesi kan şekerini düşürür, hipoglisemik tablolara, titreme- terleme, bulanık görme, baygınlık ve ateş gibi semptomlara sebep olur.

Karbonhidratlarla proteinler birlikte tüketilmeli

Karbonhidratlı tüketilen her ürünün içerisinde bir miktar protein olduğu gibi, protein içerikli her ürünün içinde de bir miktar karbonhidrat bulunur. Vücut hiçbir besinin belirli öğelerini yakıp belirli öğelerini atık olarak kullanmaz. Ayrıca süt ve süt grubunu karbonhidrat grubu içeren bir besin öğesiyle birlikte tükettiğimizde bölgesel zayıflamaya yardımcı olduğu pek çok çalışmada karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla vücuda gerekli enerjiyi sağlarken, vitamin ve minerallerin yeterli miktarda alınması için bu iki grup birlikte tüketilebilir ve ağırlık kaybı da sağlanabilir. Yalnızca protein ağırlıklı beslenmek kan şekeri dengemizi bozar ve insülin salgımızda istenmeyen tablolar yaratabilir. Aşırı alındığında ise; vücuda gereğinden fazla kan pompalanır, kalp sorunları ortaya çıkabilir. Yalnızca karbonhidrat ağırlıklı beslenmek ise kas kayıpları, doku bütünlüğünün bozulması, bağışıklık sisteminin çökmesi ve sahip olduğumuz kronik hastalıkların ilerlemesi gibi sorunları beraberinde getirir.

Kardeşlik Haftası (28 Nisan–4 Mayıs)


KARDEŞLİK HAFTASI (28 Nisan–4 Mayıs)
Toplu yaşayan insanlar birbirlerine tahammül göstermek zorundadır. Birbirlerini sevmek zorundadır. İnsan olmanın en büyük özelliği ve insanın en önemli görevi, karşısındaki insana iyi davranmak, hatalarından dolayı affedici olmak, hoşgörülü davranmak ve bütün insanlığın huzuru ve mutluluğu için çalışmaktır.
Türklerin kurdukları devletlerin temeline bakıldığında devlet içinde kesinlikle insanın insanı sömürmesi gibi bir yanlışlık görülmez. Aksine dünya ülkelerinin birçoğu daha düne kadar, hatta bugün bile başka milletleri sömürge olarak kullandıklarını görüyoruz.

Türk milleti, “Sevelim sevilelim/ Dünya kimseye kalmaz” diyen Yunus Emre’nin yolunda yürümüştür yüzyıllar boyunca.
Atatürk de, “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek insanlar arasındaki kardeşliğin barış temeline dayandırılmasını tavsiye etmiştir.
İşte bu gerçekten yola çıkarak, 28 Nisan ve 4 Mayıs tarihleri arası "Kardeşlik Haftası" olarak ilân edildi.
Kardeşlik Haftası dolayısıyla arkadaşlarımız arasında dargınlar varsa onları barıştırmak için harekete geçmeliyiz. Kendi arkadaşlarımızla iyi geçinmeliyiz ve evimizde de bu kardeşlik havasının oluşması için çaba göstermeliyiz.
www.belirligunlervehaftalar.com sitesi olarak tüm insanlığa kardeşçe günler diliyoruz.


*KARDEŞLİK HAFTASI OKUMA PARÇASI*

SEVMEK VE SEVİLMEK
Sevgi, sevmek ve sevilmek... Birbirini tamamlayan ne güzel sözcükler bunlar. Sevgiyi pozitif bir enerji yoğunluğu olarak tanımlayanlar var. Sevgi, ilişkilerde, insanın var olduğu günlerden günümüze kadar, gücünü koruyan bir olgudur. Yaşamak içgüdüsünün temelidir sevgi.
Boşuna söylememişler, "Sevgi ya da aşk bir hazinedir, o en ağır öyküleri hafif, en karanlık günleri aydınlık yapar" diye (…)
Konuyu evrenselleştirebiliriz:
Temelinde sevgi bulunan toplumlar düşmanlık ve kinden uzak kalarak, çevrelerine sevgi ve sevecenlik dağıtmayı başarmışlar.. Olumlu düşünenler, iyi girişimde bulunanlar için yaşam, güzelliklerle doludur. Başkalarını mutlu kılmaya çalışanlar, severler, sevilirler. Gerçek mutluluk budur. Bütün dinlerin ana öğretisi sevgidir.
İnsanlığa aydınlık saçan Türk büyüğü Ahmet Yesevi'nin "Sevgi tohumları ekelim ki, sevgi çamurları yetişsin!" öğüdünü unutmamak gerekir. Hazreti Muhammed: "Mü'min, geçinen ve kendisiyle iyi geçinilen kimsedir. Sevmeyen ve sevilmeyen kimsede hayır yoktur. Birbirini seven iki kimseden Allah katında en sevgili olanı, arkadaşını daha fazla sevendir." diye buyurmuş... Yine Peygamberimiz, "Kardeşinin uğradığı bir zarardan dolayı sevinme, sonra Allah, ona merhamet eder, seni o zor duruma sokar." demiştir. Bir başka anlatımla, insanlara acımayanları Allah da acımaz (…)
Mevlâna bütün insanlığa şöyle sesleniyor. "Kardeşlerim, kardeşlerim. Bir kuvvetin, bir duygunun etkisi altında kalmayın. Kalplerimizin gerçeklere, gerçek güzelliklere açılmasını istiyorsanız sevin, birbirinizi sevin. Dostça sevin. Sevgi gönül cennetinin kapılarını açan anahtardır."
Gelelim bütün bunlardan çıkaracağımız sonuca: Sevgi sözde kalmamalı. Öze geçmeli. Sevgi çok söylenmeli. Derin yaşanmalı. Biz sevgiye muhtacız. Havaya, suya, ekmeğe muhtaç olduğumuz kadar. Birbirimizi sevmemiz gerek. Bu yetmez. Bunu bilmemiz, bildirmemiz gerek. Haz. Peygamber "Bir kardeşine karşı sevgi duyuyorsan bunu ona söyle. Onda da sana karşı sevgi doğar" buyuruyor.
Diyorum ki: Ben hepinizi seviyorum. Atatürk'ü seviyorum. Ülkemi, ülkemin bütün insanlarını seviyorum. Bunu söylemekten sevinç duyuyorum.
Ama lütfen içinizden gelen sevgi sözcüklerini söylemek için yarınları beklemeyiniz.
Ahmet Özdemir


*KARDEŞLİK HAFTASI GÜZEL SÖZLER*
1- İyiler asla düşman olamazlar. (A.Manzoni)
2- Her kardeş dost olmayabilir ama dost her zaman kardeştir. (Anonim)
3- Sevginin ekildiği yerde sevinç yeşerir. (Shakespeare)
4- Kuşlar gibi uçmayı,balıklar gibi yüzmeyi öğrendik.Ama basit bir sanatı unuttuk;kardeş olarak yaşamayı. (M.L.King)
5- Hardal tanesi kadar sevgiyi ve sevgiyle yapılan ibadeti, sevgisiz yetmiş yıllık ibadete tercih ederim. (Yahya Bin Muaz)
6- Varlığımızın merkezi yürektir. (Anonim)
7- Yüz dost az, bir düşman çoktur. (Kızılderili atasözü)
8- İnsanlar köpr)ü kuracakları yerde, duvar ördükleri için yalnız kalırlar. (Newton)
9- İnsan brüt sevilmelidir,net değil. (Sabina)
10- Aynı dili kullananlar değil, aynı duyguları paylaşanlar daha iyi anlaşırlar. (Mevlana


*KARDEŞLİK HAFTASI ŞİİRLERİ*
KARDEŞLİK TÜRKÜSÜ’NDEN
Gözlerime bak sen varsın
Ben varım senin duygularında
İyilik güzellik doğruluk,
Kardeşçe bir mavi yolculuk.
Sen benim içime doğarken
Ben senin sözlerin olayım.
Adımlarımız aynı türküde
Yollar, bir olduğumuz için hür
Uzaklar yakın, çok yakın
Gök, avucumuzda görünür.
Sen yelkenlerime dolarken,
Ben senin denizlerin olayım
Ne var aynı düşünmeye candan
Neden başka seslere doğru,
Üçümüz, beşimiz, milyonumuz
Hepimiz bir tek insan yağmuru.
Sen benim dileklerime yorul
Ben senin dizlerin olayım.
Aynı gök, aynı toprak, aynı gün
Bir kardeş halkasıyız el ele
Koş Van'dan İzmir'e can can
Bak dönmüş vatan bir tek güzele.
Sen benim acılarıma solarken
Ben senin gündüzlerin olayım.
Bir ufkun içinde bir tan var
O hepimize tek ocak,
Uçarı sevgilerle yücelen
Altmış beş milyonda tek bayrak.
Siz benim yaralarımı sarın
Ben sizin, sizlerin olayım.
Tut elimden tut özümden
Gel varlığıma kanat ol
Ben senin varlığında eridim
Sen yeniden, yeniden hayat ol.
Sen benim baharımı renklerken
Ben senin gözlerin olayım.
Ayrılma yollarından gel bana
Ben koşayım sana yollarımdan
Acıda, yasta, sevinçte, bayramda
Topla yemişlerimi dallarımdan.
Sen tek kurtarıcım olurken
Ben zafer gözlerin olayım.
İbrahim Zeki Burdurlu


KARDEŞLİK
Okullarda hep kardeşiz,
Şaban kardeş, Ali kardeş, Osman kardeş
Yıldız kardeş, Sevil kardeş...
Hele hele kitaplarda.
Şan kardeşi...
Kan kardeşi, din kardeşi...
Durmadan kardeş üretiyoruz.
Tilki kardeş...
Karga kardeş...
Biri peynirimizi kapar,
Biri tavuklarımızı yer!
Tüplerde mi üreteceğiz,
Kendi öz kardeşimizi?
Benim saygıdeğer Hoca'm
Tabancasız kardeşliği öğret bize,
Kafeteryalarda.
Alfabe'den Anayasa'dan önce
Kurşunsuz sevişmeyi!
Rıfat Ilgaz

El Falı

EL FALI

Ellerimiz, avuçlarımızdaki çizgiler, parmaklar ve tırnaklar karakterimizin, hedeflerimizin ve kaderimizin ipuçlarıdır. Bu mesajları bir kez öğrendiğinizde, tüm gücünüzü daha zengin ve dolu bir yaşam için kullanabilirsiniz.

Hepimiz geleceğe çeşitli umutlarla bakarız ve o, orada, tam ellerimizin içindedir. El falının gerçek önemi kaderinizi anlamanızda yardımcı olmasında yatmaktadır.

Güçlü ve zayıf yanlarınızı, yeteneklerinizi ve sınırlarınızı anlamada, tüm çok benli kişiliğinizi geliştirmede size yardımcı olur. "Ben neysem oyum", diyebilirsiniz; fakat neyseniz o olabilmeniz için, önce ne olduğunuzu bilmeniz gerekir.

El falı sanatı (şiromansi, chirognomonie) Eski Mısır'a, Hindistan'a ve çok eski çağlara bağlanabilecek kadar uzak bir geçmişi olan bir gizli bilimdir. Özellikle Bohemyalılar (çingeneler) tarafından uygulana gelmiştir. Okültistler de (gizli bilimciler) bunu eski devirlerden beri uygulamaktadırlar.

Eskiden, sol elin ruhsal doğaya (karanlık yan) ve sağ elin de aktif doğaya (aydınlık) ait olduğu kabul edilirdi. Daha sonra, karanlık ile kötünün yanlış bağdaştırılması sonucu sol el karanlık güçlerle özleştirildi. Kötü (sinister) sözcüğünün orijinal karşılığı "sol"dur. El ve iskambil falını Batı’da kuşaklar boyu sürdüren çingeneler geleneksel olarak sol eli okurlar. Bunun nedeni belki, sol elin, kişinin ezoterik ya da gizemli yanını temsil etmesi, belki de "kalbe daha yakın" olmasıdır.

Şimdi sol elimizi, avuç içi bize dönük tutalım. Boy olarak tüm diğerlerinden uzun olan orta parmak, kaderi temsil eder ve avucun içinde dikey bir çizgiyle devam eder; bu çizgi kader çizgisidir. İnsanın, varlığı süresince izleyeceği yolun bir resmidir bu.

Yüzük parmağı, -ki buna Apollon derler- sanat ve talihi temsil eder. Merkür adı verilen serçe parmağı ise, bilimi ve tüm faaliyetlerdeki hesabı (ticaret, oyun vs.) temsil eder. Sanat ve bilim, insanın iki soyut eğilimini oluştururlar.
İşaret parmağı (Jüpiter) her türlüsünden maddi hırsı temsil eder; baş parmak (insanın kendisi) insanın dayanıklı iradesini, mantıklılığını ve karakteristik cesaretini temsil etmektedir.

Bir kişi hakkında ilk hükme varabilmek için, esas olarak ele alınan orta parmağa göre en uzun olanın hangi parmak olduğuna bakmak gerekmektedir. Şayet işaret parmağı yüzük parmağını geçiyorsa, kişi pozitif değerlere ülküsel değerlerden daha çok önem veriyor anlamında yorumlanmaktadır. Para, o kişi için, şan ve şereften daha önemlidir. Bunun tersine, yüzük parmağı işaret parmağını geçiyorsa, şahıs kuramsal olanı uygulamalı olana, şan ve şerefi paranın katı imkanlarına tercih ediyor anlamındadır. Şiromansi yapanların karakter üzerindeki ilk hükümleri bu şekilde gerçekleşir.


Bir elin ayasındaki temel çizgiler:
Hayat Çizgisi (canlılığı ve uzunluğu)
Akıl Çizgisi (zeka gücünü ve zihinsel durumu)
Kalp Çizgisi (duygusal durumu)

İkinci derecede ve her elde görünmeyen çizgiler:
Kader Çizgisi (kaderin size verdikleri)
Şöhret Çizgisi (başarı ve topluma mal olmak)

El tipleri:
Su (uzun parmaklar, dikdörtgen şeklinde avuç)
Hava (uzun parmaklar, kare şeklinde avuç)
Toprak (kısa parmaklar, kare şeklinde avuç)
Ateş (kısa parmaklar, dikdörtgen şeklinde avuç)




Hayat Çizgisi, hayatın uzunluğu, sağlık ve canlılığı (yaşama gücü) temsil eder. Bu çizgi baş parmağın altından başlar ve bileğe doğru uzanır.
1-yeşil-Hayat Çizginiz evinize yakın kalmaktan hoşlandığınızı gösteriyor. Çok fazla maceracı ve atılgan değilsiniz. Ayrıca hassas ve kolay kırılır yaratılışa sahipsiniz.
2-siyah-Hayat Çizginiz sizin yaratıcı ve romantik bir yapıya sahip, oldukça tutkulu bir insan olduğunuzu gösteriyor.
3-kesik-Hayat Çizginiz yolculuk yapmaktan hoşlandığınızı, ancak her zaman yine evinize döndüğünüzü söylüyor. Daha geniş yere ihtiyacınız olmanız, zamanınızın çoğunu açık havada geçirmeyi tercih etmenizi açıklıyor. Güçlü romantik eğilimlere sahipsiniz.
4-kırmızı-Hayat Çizginiz evinizden bir kez ayrıldığınızda, tekrar geri dönmeyeceğinizi işaret ediyor. Hayatınızda büyük hareket ve yolculuklara eğiliminiz olacak.


Akıl Çizgisi, zekamızı ve zihinsel yapımızı, yaratıcı veya mantıksal eğilimlerimizi, ve duygusal durumumuzu temsil eder.

Bu çizgi, hayat çizgisinin başlangıç yerinin yukarısında, (bazen bu iki çizgi başlangıç yerinde birleşir) baş parmakla işaret parmağı arasındaki bölgede başlar ve elin ortasına yatay olarak uzanır.
1-siyah-Akıl Çizginiz kendinizden emin, iyimser ve kendi kendinize karar almada yetenekli biri olduğunuzu gösteriyor. Fikirleriniz hakkında konuşmaktan çekinmiyorsunuz.
2-Kırmızı-Akıl Çizginiz kendinizden son derece emin ve aşırı aceleci olduğunuzu işaret ediyor. Bağımsız nitelikteki kişiliğiniz sık sık iyi düşünmeden kararlar almanıza sebep oluyor.

3- kesik-Akıl Çizginiz kendinizden emin olmadığınızı, fakat şikayetlere karşı duyarlı olduğunuzu işaret ediyor. Her an birileriyle tartışmaya hazır gibisiniz, fakat politik aktivitelerin içerisinde yer almanız durumunda bu duygunuz tümüyle uzaklaşacak.



Kalp Çizgisi duygusal eğilimleri, sevme ve sevilme yetisini olduğu kadar, aşk ilişkilerini çevreleyen sevinçleri, düş kırıklıklarını da gösterir. Çoğumuz için bu çizgi eldeki en ilginç çizgidir.

Kalp çizgisi eldeki iki yatay çizgiden üstte olanıdır. İşaret parmağı ya da orta parmağın altından başlar ve avucun dışına, küçük parmağın altına doğru uzanır.

Bazen bu çizgi kayıptır. Avuçta sadece bir tane yatay çizgi varsa bu, akıl çizgisidir. Bu durumda akıl çizgisi ile kalp çizgisinin birleşmiş olduğu varsayılır. Akıl kalbi yönetecektir.
1-yeşil-Kalp Çizginiz oldukça eril veya fiziksel bir kişiliğe sahip olduğunuzu işaret ediyor. Partnerinizi onun sosyal statüsü ve parasal durumuna göre seçme eğiliminde olduğunuzu gösteriyor.
2-siyah-Kalp Çizginiz eril bir kişilik yapısına sahip olduğunuzu ve arzularınızı kolaylıkla harekete geçirebildiğinizi gösteriyor. Fiziksel ve duygusal yanlarınız arasındaki dengeyi koruyabilme yeteneğiniz size sıcak ve cömert bir değer kazandırıyor.
3-kırmızı-Kalp Çizginiz sizin aşırı tutkulu, ihtiraslı ve güçlü seks dürtüleri olan biri olduğunuzu işaret ediyor. Bununla beraber, bazı bencil eğilimlere sahip olduğunuzu ve kendi gereksinimlerinizi partnerinizinkinden daha çok ön plana aldığınızı gösteriyor.



Kader Çizgisi başarıyı temsil eder ve çoğunlukla yaşantınızda parasal olarak bağımsızlığınızı kazandığınız noktayı gösterir. Avucun ortasında, bileğe yakın yerden başlar ve ayanın ortasından orta parmağın dibine doğru çıkar.
1-yeşil-Kader Çizginiz hayatınızın ilk dönemlerinde kendinizi bağımsızlık duygusundan ve gelecekle ilgili kariyer planlarından yoksun hissedeceğinizi bildiriyor. Meslek hayatınıza başlangıcınız oldukça kısıtlı ve sizin tüm potansiyelinizi ortaya koymuyor. Yaşantınız boyunca, aileniz ile sıkı bir bağlantı içerisinde olacaksınız.
2- kırmızı-Kader Çizginiz meslek hayatınıza erken ve bağımsız olarak başlayabileceğinizi işaret ediyor, ve iş hayatında başarılı olacağınızı gösteriyor.
3-sarı-Kader Çizginiz yaşantınızın ilk dönemlerinde oldukça büyük sıkıntılar içerisinde geçireceğinizi, ve bunun size başarının sıkı çalışmakla geleceğini öğreteceğini işaret ediyor. Bu öğrenme sürecine göre, kariyeriniz ve parasal bağımsızlığınıza biraz geç kavuşacaksınız.
4-siyah-Kader Çizginiz kısmet ve alın yazınızın değişken olduğunu, belirsiz ve büyük oranda diğer insanlar tarafından belirlendiğini söylüyor. Eğer kaderinizin akışına izin verir ve kendinizi bırakabilirseniz, güzel sanatlar veya edebiyatla ilgili konularda kariyer yapabilirsiniz. Yaşantınızda en büyük etkiyi bırakacak insanlar acenteler, yöneticiler ve yapımcılar olacak.



Şöhret Çizgisi servet, mutluluk ve kişisel başarıyı gösterir. Bu çizgi avucun değişik yerlerinde olabilir ve çoğunlukla elin aşağı kısmında, başparmağa zıt tarafta başlar ve dikey olarak yüzük parmağının aşağısına doğru, kader çizgisine paralel bir biçimde çıkar. Bu çizgi insanların ancak %20’lik bir kesiminde vardır.
1-yeşil-Şöhret Çizginiz yaşantınızın ileri safhalarında bir şans döneminin başlayacağını ve büyümek üzere süreceğini, size çok daha fazla başarı getireceğini söylüyor.
2-kırmızı-Şöhret Çizginiz zeki bir kafa yapısına diğerlerinden farklı bir karaktere sahip olduğunuzu işaret ediyor. Erken dönemlerde kazanacağınız servet ve ün size parlak bir yaşam sunacak.
3- kesik-Şöhret Çizginiz olağanüstü bir karaktere ve dış etkilere bağlı olarak insanlık yararlı veya zararlı olabilecek bir güce sahip olduğunuzu söylüyor. Edebi sanatlarda bir çok kişisel başarı ve yükseliş kazanacağınızı işaret ediyor. Bunlar sizin kariyerinize yardım ve rehberlik edecek.
4-sarı-Şöhret Çizginiz sizin orijinal veya teknolojiyi altüst eden fikirlerinizden birinin kişisel bir başarı ve büyüme kazandıracağını işaret ediyor.
5-siyah-Şöhret Çizginiz yaşantınızda gerçekleşecek olan bir aşk olayı veya evliliğin, kariyeriniz üzerinde son derece pozitif etkilerde bulunacağını işaret ediyor. Buna göre, mutluluk ve maddesel başarıya hayatınızın ileri dönemlerinde ulaşacaksınız.

Avuç içinizin şekli ve parmaklarınızın boyu, bazı kişisel karakter ve size uygun potansiyel mesleğinizi işaret eder. Dört temel el şekli vardır:

Ateş (kısa parmaklar, dikdörtgen şeklinde avuç)
Toprak (kısa parmaklar, kare şeklinde avuç)
Hava (uzun parmaklar, kare şeklinde avuç)
Su (uzun parmaklar, dikdörtgen şeklinde avuç)



Ateş Grubu ele sahipsiniz. Hareketli, kıpır kıpır, canayakın, tutkulu, kendinden emin ve oldukça karmaşık birisiniz. Sizin için en ideal meslekler politikacı, komedyen, ve temas olmayan sporlarda sporcu olmaktır.



Toprak Grubu ele sahipsiniz. Kararlı, gururlu, vefalı ve dikkatli birisiniz. Sizin için en iyi meslekler sporcu, sanatçı, müzisyen ve laboratuarcı olmaktır.



Hava Grubu ele sahipsiniz. Bağımsız, zeki, analitik ve önceden tahmin edilemez bir kişisiniz. Sizin için en iyi meslekler yazar, psikiyatrist, bilim adamı, detektif ve öğretmen olmaktır.


Su Grubu ele sahipsiniz. Sessiz, çekingen, hayalci, endişeci ve sezgileri kuvvetli birisiniz. Sizin için en iyi meslekler hemşire, psikiyatrist, zoolog ve fizikçi olmaktır.

Sikkeler Ne Anlatır.??


Sikkeler Ne Anlatır.?/Kollektif




Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’nin yeni sergisi “Sikkeler Ne Anlatır? Ortaçağ Anadolu Sikkelerinde Simgeler ve Çokkültürlülük” sikkeler üzerinden Anadolu’nun görsel zenginliğine ışık tutuyor. Sergi, Yapı Kredi’nin sahip olduğu 55 bin parçalık dünyanın üçüncü büyük sikke koleksiyonundan seçilerek oluşturuldu.

Sergiye eşlik eden kapsamlı sergi kitabı, okuru sikkelerin dünyasına yolculuğa çıkarıyor. Kitapta nümizmat Oğuz Tekin’in “Antik Sikkeler ve Simgeler” başlıklı yazısının yanı sıra sergide yer alan tüm eserlerin ayrıntılı bilgileri ve fotoğrafları yer alıyor. 

Ekim 2009, 128 sayfa




Kaynak:İlknokta(Yapı Kredi Yayınları Ekim 2009)

Ortadoğuda Modernleşme-İslam ve Sekülerizm


Ortadoğuda Modernleşme-İslam ve Sekülerizm/Kollektif











Bu kitap, batıdan ve İslam dünyasından tanınmış birçok entellektüelin “İslam ve sekülerizm” üzerine yazılarını ihtiva etmektedir. Ortadoğu’daki modernleşme olgusunu yakından tanımamıza imkan tanıyan kitap, bölgenin yeni yüzyılda yaşayacağı değişimlerin de ipuçlarını vermektedir. 21. Yüzyılda İslam ve sekülerizm, Arap sekülerizminin kökenleri, sekülerizmin sınırları, gerileyen sekülerizm, sekülerizm içkinlik ve yapıbozumu, kutsallıktan uzaklaşan sekülerizm, siyaset rasyonalitesi ve rasyonalitenin siyaseti gibi başlıklar altından irdelenen konular, okuyucuya seküler dünyanın epistemolojisi ve ontolojisi hakkında geniş ufuklar açmaktadır.


Ekim 2009, 312 sayfa



Kaynak:İlknokta(Mana Yayınları Ekim 2009)

Da Vinci'nin Bilimi


Da Vinci'nin Bilimi/Fritjof Capra






Leonardo da Vinci, kırk yıl boyunca yaptığı yüzlerce deneyin bilgilerini, teknolojik tasarımlarını ve gözlemlerini göz kamaştırıcı çizimlerle dolu meşhur Not Defterleri’nde topladı.

Okuyacağınız kitap, durmaksızın çalışan bir beynin bize ulaşmış en kapsamlı ve eksiksiz kayıtlarını sunan bu binlerce sayfalık notlar ışığında yazıldı.

“Modern bilimin babası” olarak nitelendirilen Rönesansın büyük bilgesinin yıllar boyu saklı kalan bilimsel incelemeleri, “tasarım” denen sentezin şaşkınlık verici örnekleriyle dolu.

Bu benzersiz zihnin içinde çıkacağınız gezintide büyük ustanın resimlerindeki tüm figürlerde görülen o kelimelere dökülmez gülümsemeyi aklınızda tutun.

Çünkü Leonardo’ya göre “gizem”, bir gölge, bir gülümseme ve karanlığa işaret eden bir parmaktır

Fritjof Capra, (d. 1 Şubat 1939), Avusturya asıllı ABD'li fizikçi.

1966 yılında Viyana Üniversitesi'nde "Yüksek enerji fiziği" konusunda doktorasını verdi. Fransa'da, ABD'nde, çeşitli üniversitelerde teorik fizikle ilgili dersler vererek, bu alanda araştırmalar yaptı, yazılar yazdı.

Bu çalışmalarla birlikte, teorik fiziğin felsefi etkilerine eğildi ve modern fizik - doğu mistisizmi ilişkilerini irdeleyerek, her okuyucunun anlayabileceği sade bir dille kaleme aldı. Aynı doğrultuda birçok ülkede konferanslar verdi. 1975 yılında yayınladığı Fiziğin Tao'su adlı yapıtı, en çok satanlar listesine (bestseller) girdi. Capra, Berkeley’de California Üniversitesi’nde dersler vermektedir.

Çevirmen : Kıvanç Tanrıverdi
Eylül 2009, 302 sayfa



Kaynak:İlknokta(Optimist Yayın Dağıtım Eylül 2009)

Sünnilik-Şiilik/Ahmet El Katip


Sünnilik-Şiilik/Ahmet El Katip


Sünnilik-Şiilik/Nedenleri Tarihte Kalmış Siyasi Ayrılık



SÜNNİLİK - ŞİİLİK, son yıllarda İslam dünyasının en çok tartışılan konularının başında gelen, Şiilik ve Sünniliğe dair ufuk açıcı bir kitap. Yazarı Şii dünyasının tanınmış alim ve düşünürlerinden olan Ahmet el Katip, bu kitabıyla Müslümanları yeniden düşünmeye davet ediyor. “İslam Birliği”nin öneminin sıklıkla vurgulandığı kitapta, Sünni ve Şii dünyası arasındaki ayrıklıkların birçoğunun siyasi ve tarihi olduğu belirtiliyor.


“Sünnî - Şiî mezhep ayrılığı, oluştuğu dönemde bir anlama sahip olsa da, günümüzde her iki gruptaki Müslümanlar açısından hiçbir anlam ve içerik taşımamaktadır. Bu anlamsız ayrılığın tarihin mezarlığına gömülme anı artık gelmiştir.”

“Problemi tanımak, onu çözmenin de yoludur. Dolayısıyla öncelikle mezhepçilik sorununu sakince ve objektif bir şekilde ele almamız gerekir. Bunu yapabilmek için öncelikle ihtilaf meselelerinin ana başlıklarının altını çizmemiz gerekir. Bu bağlamda öz ile kabuğu, güncel ile geçmişi, asla ait olanla ferî olanı, objektif olanla sübjektif olanı, gerçek ile yapmacık ve sahte olanı ayrıştırmamız gerekir.”


Ekim 2009, 362 sayfa



Kaynak:İlknokta(Mana Yayınları Ekim 2009)

Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği




Yabancı Kaynaklara Göre Türk Kimliği/Rıza Zelyut


Bu çalışma yabancı tarihçilerin bulgularından yola çıkarak Türk kimliğinin dününü ve bugününü ortaya koymaktadır.

A-shih-na (Açina: Asil Kurt) soyunun adı olan Tu-küen (Tu-chüe), nasıl oldu da Altay-Sayan bölgesinden İtil-Ural hattına kadar uzanan geniş Avrasya’da egemen olan halkların ortak adı haline geldi?

Peçenek, Saka (İskid/Skif), Alan-As, Sarmat, Hyung-nu, Ju-jan, Türküt, Seyanto, Dulu-Nuşibi, Yakut, Kırgız, Karluk, Kıpçak (Kuman/Poloves), Bolgar, Avar, Türgiş (Sarı-Kara), Tokuz Guz (Sarı-Kara), Guz (Türkmen), Kengeres (Kangar/Kanlı), Başkurt, Nayman, Kidan, Hazar, Kimek, Katay, Şato, Sir, Otuz Tatar, Tatabı, Buryat, Kurikan, Boma, Basmıl, Sibir, Curcen, Telengit, Mukri, Ediz, Bayırku gibi onlarca büyük halk, devlet kuracak kapasitede yüzlerce kabile…

Hıristiyan ve Yahudi Türkler…

Avrasya’da demir teknolojisine hükmeden Türküt…

Üç ayrı Türk tipi: Açina – Guz - Kuman; tek dil…

Sivil yaşam, devlet düzeni, din, Türk kadını, kara çadır…

Bugünkü Ukrayna’da bulunan Hunların kutsal geyiği, bin sene sonra Toroslar’da Abdal Musa’da nasıl ortaya çıktı?

Hacı Bektaş Veli’nin “kara kazan”ı nereden geldi?

Mançurya’dan Macaristan’a, Sibirya’dan Hint Denizi’ne yayılan bir kapsayıcı kimliğin Anadolu’ya yansıması…

Türküt’ün zayıf ve üstün yönleri…

Bugünkü kimlik tartışmalarının nedenleri, boyutları…

Bu eseri kendisi de demirci Açina’lardan gelen Gazeteci Yazar Rıza Zelyut hazırladı ve Anadolu’da çok özel işaretlemeler yaptı…

Eylül 2009, 488 sayfa




Kaynak:İlknokta(Kripto Eylül 2009)

Verem Hastalığının 9000 Yıl Öncesine Ait Kalıntıları Bulundu.



Verem Hastalığının 9000 Yıl Öncesine Ait Kalıntıları Bulundu.



Bilim adamları 9000 yıl önceki kesinliği kanıtlanmış en eski verem vakasını ortaya çıkardılar.

İsrail’in Hayfa kenti yakınındaki neolitik dönemden kalma Alit-Yam köyündeki kazılarda ortaya çıkarılan anne ve bebek kalıntıları üzerinde yapılan incelemede tüberkülozun somut en eski izlerine rastlandığı bildirildi.

University College London ve Tel Aviv Üniversitesi’nden uzmanlar kalıntılarda bulunan vereme yol açan bakteriyi DNA teknolojisi kullanarak tespit ettiler.

Daha önceki araştırmalarda tüberkülozun 500 bin yıl önce varolduğuna dair bazı işaretler görülse de Afrika’dan göçen ilk insan türlerinden bir erkek iskeleti üzerindeki bu verem işaretleriyle ilgili kesin bir kanıt bulunamamıştı.

İsrail’de bulunan kemiklerin daha önce İtalya’da bulunan ve kesinliği kanıtlanmış verem bulgularından 3000 yıl daha eski olduğu belirtildi.

Bilim adamları daha önceki teorilerde insan tüberkülozunun hayvanların evcilleştirilmesinden sonra sığır tüberkülozundan evrimleştiğinin öne sürüldüğünü hatırlatarak İsrail’de bulunanın kesinlikle insan tüberkülozu olduğunu vurguladılar. Bunun da insan tüberkülozunun sığır tüberkülozundan önce varolduğunu gösterdiği kaydedildi.

Bilim adamları iskeletlerdeki tüberküloz DNA’sında şu anda dünyadaki yaygın tüberküloz türlerinin ortak karakteri olan belli bir DNA parçasının silindiğini tespit ettiler.

Araştırmayı yapan Dr. Helen Donoghue bu silinmenin 9000 yıl önce olması gerçeğinin bakterinin zaman içinde geçirdiği değişimin ölçüsü hakkında fikir verdiğini söyledi.

Bu araştırmanın hastalığa karşı daha etkin tedavi yöntemlerinin bulunmasında bilim adamlarına yardım edeceğinin ümit edildiği bildirildi.

Dünyayı Aldatan İlim Adamları



Dünyayı Aldatan İlim Adamları

Bu yazımızda yaşadıkları 19. asırda fikirleri büyük revaç görmüş ve hakikatı buldukları zannedilerek din gibi benimsenmiş; fakat aradan geçen kısa süreler bile onları yalanlamaya yettiği için terk edilmiş bazı şahısları ele alacağız.

Dünyayı aldatanlar listesinde yer almaya layık gördüğümüz bu isimlerin birçok ortak özellikleri mevcut: 
Çoğu sıkı Hıristiyanlık eğitimi görmüş, fakat bu bozulmuş din onları tatmin etmediği için ateizmi seçmişler. İslâmiyeti bilmemekteydiler ve Hıristiyanlığa karşı çıkmalarına karşılık, İslâmiyet aleyhine tek bir ciddî tenkid dahi getirmemişler. Ancak ya tımarhaneye kapatılacak kadar ruhî dengeleri bozuk veya en azından garip bir şahsiyet yapısına sahipler.

Bu şahıslar; demografinin kurucusu Malthus, septisizmi başlatan Schopenhauer, diyalektizmi kuran Hegel, fenomenizmin babası Mill, evolüsyonizmin fikir sahibi Spencer ve ileride ele alacağımız pozivitizmin sahte peygamberi Comte ile nihilizm cereyanının sahte ermişi Nietzche'dir.

1. T.R.MALHTHUS (1766-1834)

İngiliz Ekonomicisi... Anglikan papazıydı. 18. asır sonlarının çok gözde bir eğlencesi, mükemmel toplumlar hayal etmekti. Amerika'da ve Fransa'daki ihtilâl hareketleriyle doğan idealizm, bazı hayalci düşünürlere, insanın mükemmelliğe erişmesinin pek yakın olduğu ve dünyada bir cennet kurmanın kısa zamanda mümkün olacağı fikrini ilham etmişti.

Bu hayalci düşünürlerin içinde iki tanesi, İngiltere'de Godwin ve Fransa'da Condorcet, en fazla kalabalık toplayanlardı. Bunlara göre, insanlar yakında uykuya ve cinsiyete ihtiyaç duymayacak; ölüme çare bulunacak; savaş, suç, hastalık, bıkkınlık, kıtlık vs... dünyadan kalkacaktı.

Malthus'ün babası da bu fikirleri savunuyordu ve çocuğu ile sık sık tartışıyordu. Malthus, bu tartışmaları renklendirmek için çeşitli fikirler ileri sürüyordu. Daha sonra bunları, babasının teşviki ile yayınlayacak ve ünlü "nüfus teorisi" ortaya çıkacaktı.
Malthus, o zamanın hayalci görüşlerini çürütmek için birtakım aşırı fikirler ileri sürüyordu. Bu teori, o zamanki İngiliz zenginlerinin menfaatlerine pek uygun düştüğünden büyük yankı uyandırdı ve bu buluşundan dolayı 1805 yılında Halleyburg Üniversitesi'nin profesörlüğüne getirildi.

Bu teoriye göre, insanların aç ve fakir oluşlarının sebebi, nüfusun çokluğuydu. Büyük çoğunluk ölürse, açlık ve fakirlik ortadan kalkacaktı. Malthus'ün "nüfus kanunu" adını verdiği bu insanlık ve ilim dışı iddiaya göre, insanlar geometrik bir oranla (1.2.4.8.16 gibi) üremekte, buna karşılık ziraî üretim aritmetik bir oranda (1.2.3.4.5 olarak) artmaktaydı. Açlık ve fakirliğin sebebi buydu. Meselenin halli mi? Bunun için, insanlar eşit olmamalı, fakirlere yardım edilmemeli, ölümü önleyici tedbirler alınmamalıydı. Sonra fakirler niçin evleniyordu. Cinsî perhiz onlar için en uygun yoldu.

Görüldüğü gibi Papaz Malthus, geometrik ve aritmetik oran gibi tamamen hayâl mahsûlü sözlere dayanarak kâinatta olup bitenlerin hepsini açıklayabilecek bir anahtar (!) keşfetmiş, fakirliğin ilmî sebeplerini izah edecek, sözde mantıkî cevap bulmuştu. Halbuki bugün, gıda üretiminin nüfusa oranla çok daha büyük bir hızla arttığını herkes bilmektedir. Ekonomik buhranlar, üretim azlığından değil, tam aksine çokluğundan doğmaktadır.

Malthus, nüfus artışına örnek olarak Amerika'yı göstermiştir. Fakat bu artışın, doğumdan ziyade göçlerden meydana geldiğini görmek istememiştir.

Tarihin tetkiki de Malthus'ü yalanlamıştır. Sözgelimi (M.S.) 2. yüzyılda Roma İmparatorluğu'nun bazı eyâletlerinde nüfus azalmıştı. Rostoutzeff'e göre: "Nüfus azalınca, imparatorluğun umumî mahsûlü gittikçe düzenini kaybetti. Böylece kıtlık baş gösterdi, endüstri yıkılmaya başladı. Giderek hızlanan bu yıkılmayı artık hiçbir şey durduramadı."

Bugünkü Fransa'yı da örnek olarak gösterebiliriz. Biliyoruz ki 19. asırdan beri Fransa'nın nüfusu, diğer milletlere göre pek az artmıştır. Fransız uzmanlara göre nüfusun bu derece az çoğalması şu neticeleri doğurmuştur. "Millî zenginliğin artışı, nüfusu hızla çoğalan ülkelere göre daha az bir nisbette olmuştur. Ücretler de daha az bir artma göstermiştir. kısacası Fransa'da nüfusun artmaması, ekonomik gelişmeye engel olmuştur."

1800 yıllarında, yani Malthus'ün bu konuları yazdığı sırada, dünya nüfusu 2 milyar olarak tahmin ediliyor. Aradan geçen 190 senede bu sayı 5 milyara yükselmiştir. Buna karşılık sanayi inkılabı sayesinde mamül madde üretiminde muazzam bir artış olmuş, bu maddeler sanayileşmiş ülkelerden gelen gıda maddeleri ve hammadde ile mübadele edilmiştir. Hareketliliği artırmak üzere her çeşit taşıma araçları geliştirilmiştir. Fazla nüfus, göç yoluyla yeni gelişen ülkelere aktarılmıştır. Şu halde Malthus'ün dehşet verici tahminleri ya gecikmiş veya belirsiz bir zamana kalmıştır.

Gıda üretimi ise, Malthus'ün devrinden bu yana, — teorisinin aksine — muazzam miktarda artmıştır. Bu sahada otorite olanların bildirdiklerine göre; daha verimli metodlarla, boş arazinin sulanması ve işlenmesiyle, hayvanî gıdalar yerine nebatî gıdaların geçmesiyle, haşaratla daha iyi mücadele etmekle ve tekniğin ziraatte kullanılmasıyla, bu miktarın önemli ölçülerde arttırılması da mümkündür. ABD ve Kanada'daki ihtiyaç fazlası olan tahıl üretimi bile, Malthus'ün teorisini iflâs ettirmeye kâfidir.

Yaşadığı yıllarda teorisi büyük kabul gören ve profesörlüğe getirilen Malthus'un kehanetlerinin hiçbiri gerçekleşmedi. Böylelikle her bakımdan temelsiz ve saçma olan ünlü nüfus teorisi de, tarih müzesinde yerini aldı.

2. A. SCHOPENHAUER (1788-1860)

Alman filozofu... Schopenhauer'in büyük babası, Danzig'in zenginlerindendi; fakat iflâs etmişti. Büyükannesi ise delirmişti. Onların dört oğlundan birincisi aptaldı, ikincisi de aklını kaçırmıştı. Heinrich adındaki dördüncü oğul ise, Schopenhauer'ün babasıydı ve oldukça başarılı bir işadamıydı. Fakat bir gün kendisini mağazasının arkasındaki kanalda ölü buldular; bu suretle onun da intihar etmiş olduğu anlaşıldı.
Schopenhauer'un annesine gelince, Johanna Trosiener adını taşıyan bu dul kadın, Almanya'da romanlarıyla kendini tanıtmış, dünya nimetlerine düşkün bir yazardı; bencil, oynak, analık şefkatinden mahrum bir yaratıktı. Goethe, bu kadına oğlunun ilerde ünlü bir adam olacağını söylemişti; fakat o, "Bir aileden iki dâhi çıkmaz!" diyerek hem buna inanmadı, hem de kendinin de bir dâhi olduğunu anlatmak istedi. Hattâ bir gün oğlunu merdivenlerden aşağı itti ve sakatlanmasına sebep oldu. Schopenhauer, kendini rakip gören annesinin yanından ayrıldı ve 24 yıl boyunca onu görmedi.

1818'de "İrade ve Tasavvur Olarak Dünya" adındaki büyük eserini yayınladı ve bu eseri bitirdikten sonra, İtalya'ya seyahat etti. Venedik'te kaldı; burada modern hayata daldı. Metresiyle gezerken, kendisi gibi kötümser olan İngiliz şairi Byron'la tanıştı ve onunla sefahet âlemlerine daldı. Fakat bir süre sonra Berlin'e geldi ve buradaki üniversitede doçent oldu. Hegel'le mücadeleye girişti. Verdiği dersleri, Hegel'le aynı saatlere koydurdu. Amacı, Hegel'in talebelerini kendi dershanesine çekmekti. Fakat umduğu olmadı; âdeta boş sıralar karşısında kaldı. Öfkelendi ve kötümserliği daha da arttı.

1820-1839 yılları arasında meyus, serseri ve kısır bir hayat geçirdi; sıhhatinden ve insanlardan şüphelenmeye başladı. Berlin'e yayılmış olan koleradan çok korkuyordu. Her yerde gözüne hırsızlar, dolandırıcılar görünüyor, gece yarıları parasını saklayacak yerler arıyordu. Hattâ silahları ile yatıyor, hiçbir şeye güven duymuyor; günlük masraflarını kimse anlamasın diye Yunanca ve Latince kaydediyor; cimrice ve âdeta tımarhanelik bir akıl hastası gibi yaşıyordu. Pipolarını dolapta kitliyor ve berberin usturasından korkarak kendi kendini traş etmek zorunda kalıyordu.

1831 yılında kolera yüzünden Hegel gibi Berlin'den kaçtı, Frankfurt'a yerleşti. Burada bekâr olarak çekici ve iddiacı bir dille ünlü filozofların, kadınların, dinin, aşkın, âdetlerin aleyhinde şiddetli hücumlarla dolu yazılar yazdı. Daha sonra bir ailenin yanında iki odalı bir pansiyona yerleşti. Burada tam 30 yıl köpeği ile beraber, insanlardan uzak yaşadı. Büyüye ve spiritizme de inanıyor ve hayat tarzında Kant'ı taklid ediyordu.

En büyük rakibi olarak gördüğü Hegel'e ömrü boyunca sövüp saydı. Onu, şarlatan ve sefil bir yaratık diye nitelendiriyor; teorisinin demagogların işine yarayan skolastik ve ukâlaca bir şiirden başka bir şey olmadığını iddia ediyordu.
1851'de "Meze ve Artıklar" adlı eseri ve daha sonrakiler ile şöhrete kavuştu. Hep bu anı beklemişti. Yaşı yetmişi bulmuştu; fakat yıllarca beklediği ve nihayet kazandığı şöhret, onu bir çocuk gibi sevindirdi. Yemeklerden sonra flütünü çalmaya; dostlarına, kendi hakkındaki en küçük haberleri bile göndermelerini rica etmeye başladı.

Schopenhauer, aşktan, aile ve hattâ vatan sevgisinden mahrum bir insandı. Kibirli olduğu kadar da öfkeli ve hesabını pek iyi bilen bir hasisti. "İhtiyaç içinde olan bir arkadaşı hakiki dost saymam; o bir borç isteyendir sadece" diye düşünen ve "İnsanın bilgisi arttıkça ıstırabının da artacağına" inanan bu kötümser insan, aynı zamanda herşeyden şüphelenen bir paranoiddi. Bu durumdan ölünceye kadar kurtulamamıştı. Aklına geleni çekinmeden söyler, özenle giyinir, birtakım aşağılık cinsî münasebetlerden zevk alırdı. Son derece hırslı ve kavgacı bir şahsiyete sahipti.

Ona göre, kâinatı idare eden şey, kör ve akıldışı bir iradeydi. Tabiatta ve cemiyette hiçbir kanunîlik yoktu, ilmi bilme de imkânsızdı. Tarihte ilerleme yoktu, halk tiksinilecek bir yığındı. Diyordu ki: Hayat demek, iş demektir. İş de mücadele etmektir. Mücadele ise boştur. O halde hayat sefalettir... Ayni, kendi hayatı gibi.

3. FRIEDRICH HEGEL (1770-1831)

Alman filozofu... Onun düşüncesinde, idealizmle materyalizm birbirini yalanlayarak çelişip dururlar. Hegel'in şahsiyetinin teşekkülünde birçok ikilikler vardır ve bunlar düşüncesine yansımıştır. Stuttgart'ta bir mal memuru olan babası, onu Protestan papazı yapmak istemişti. Hegel 18 yaşındayken ilâhiyat fakültesine girmiş ve 5 yıl okumuştur. Bu eğitimin şekillendirdiği mistik yapı, bir süre sonra zıttına dönüşmüş, başta Hristiyanlık olmak üzere her türlü inancı inkâr eden bir tanrıtanımazlığa varmıştır. Hegel daha sonra, maddeciliğin de yetersiz olduğunu görerek, yeniden (ama daha yüksek seviyede) idealizme ulaşırken, gerçekte akıldışı olan herşeyi çürütmek ve dünyadaki akıl denilen insanî melekeyi hâkim kılmak istemiştir.

Hegel'e göre fikirde üç hareket vardır: Tez, antitez, sentez... Dünya fikir hayatında kurduğu diyalektiği, komünistler aynen benimsemişlerdir. Ama onun maddeden ruha geçiş yolunu tıkayarak ve böylece fikir namusuna kıyarak... Hegel materyalisttir, her şeyi maddede bulur, ama maddeyi tahkik ede ede, bundan bir üst inanışa yol bırakır. Arar, bulur ve tasdik eder. Bulamadığı zaman ise yolu oraya kıvırır ve orada bırakır.

Hegel felsefesini Alman devleti himaye etmiş ve bu felsefeyi aykırı düşünmeye engel olacak kadar resmî bir görüş saydırmıştır. Zaten Hegel, daima kuvvet ve düzenin dostu olmuş, gerçekçi ve dış hayattan çekingen, oldukça soğuk ve sert biri olarak, içten kuvvetli bir hayal gücüyle düşünmüştür.

Zamanında ve ölümünden bir süre sonra Almanya'nın resmî ideolojisi halindeydi. Öyle ki, üniversite hocalarının çoğu onun görüşlerini savunuyordu. Fakat daha sonra dünyayı aldatan diğer kişilerin âkıbetine uğradı ve "Hegel felsefesi" yıkıldı. Bunda, kendi felsefesinde bıraktığı açık noktalar yanında; müşahede ve tecrübeye dayalı ilimlerin Hegel ekolüne karşı koyuşunu ve tabiat ilimlerinin gelişmesini, bir de tarih araştırmalarının neticelerini gösterebiliriz.

4. JOHN STUART MILL (1806-1873)

İngiliz filozofudur. Tarihçi, iktisatçı ve psikolog olan James Mill'in oğludur. Babası, kendisine fikir arkadaşı yapmak ve doktrinlerini onun şahsında sürdürmek amacıyla daha pek küçük yaşta düşünmeye ve öğrenmeye alıştırmıştı. Çocuğun hislerini körletip sadece zihnini geliştirme gayesi güden bu eğitim tarzı, onu düşünen bir robot haline getirmişti. Mill, daha 3 yaşındayken birçok Yunanca kelime ve matematik öğrenmiş ve 7 yaşına kadar hemen hemen bütün eski Roma ve Yunan sanat eserlerini okumuştu.
Mill'in sıhhat durumu pek bozuktu. A. Comte'a yazdığı mektuplarda, daima yorgunluğundan söz ederdi. Bir ara ağır bir buhran geçirdi.
Mill, hiçbir okul ve üniversiteye gitmeden yalnız babasının öncülüğü sayesinde yetişmişti. Çocukluğunda hiçbir dini eğitim almadığını söylüyordu. Aşırı çalışmakla geçen kuru ve hisden uzak hayatı yüzünden, 20 yaşında bir zihin yorgunluğuna tutuldu.
Mill'e göre, insan, ancak vak'aları idrak edebilir, onun ötesine geçemez ve kendiliğinden bir şeyi bilemezdi. İdrakin dışında hiçbir objektif hakikatın olmadığını iddia ederdi. Yani maddî dünyanın şuurumuzun bir faraziyesi olduğunu, objektif hakikatin biz onu idrak ettiğimiz için mevcut bulunduğunu söylerdi.

Mill, hürriyetin sadece yetenekleri gelişmiş insanlar için olduğunu, halk yığınlarının buna layık olmadığını belirtiyordu. Ona göre en üstün iyi, faydadır. İyiyi kötüden ayıracak ölçü, fayda ölçüsüdür.
Mill, yaşadığı yıllarda birçok düşünürü peşine taktı ise de, bugün taraftarı kalmamıştır.

5. HERBERT SPENCER (1820-1903)

İngiliz filozofudur. Babası, imânsız ve dinsiz denilecek kadar inançsız bir insandı. Oğluna da dinsizliği aşılamaya gayret etti.
Spencer, Darwinciliğin tesirinde kaldı. Sosyal Darwinizme geçişi temsil eder. O, toplumların sunî kurulmuş birlikler olmayıp, kendiliklerinden var olduklarını savunur.

Spencer'in felsefe tarihinde evrimcilik (evolüsyonizm) adını alan bütün bu görüşleri, son çağda pek çok hücuma uğramış ve birçok tartışmalara yol açmıştır. Eserleri, Avrupa dillerinin hemen hepsine çevrilmiş ve birçok defa da basılmış olan Spencer, ihtiyarlık yıllarında şöhret peşinde koşmaktansa, hayatın kolay elde edilir nimetlerinden faydalanmaya çalışmadığı için üzüntü duymuş ve emeklerinin boşa gittiğini düşünmüştü.

Necip Fazıl'a göre; Spencer'in evrimciliği; ilk ve son illiyet noktasından mahrum, başın ve sonun hesabını vermekten müstağni, uçları görünmez tek çizgi üzerinde bir tecrübecilik usulüne dayanır; ve artık hiçbir şeyi halledemez durumda çırpınan metafizik arayış cehdinin toprağa inmesi ve tatbikî bir dehaya kavuşması şeklinde tecelli eder.

KAYNAKLAR
1. Filozoflar Ansiklopedisi. Cemil Sena (4 cilt)
2. Felsefe Ansiklopedisi. Düşünürler Bölümü. Orhan Hançerlioğlu (2 cilt)
3. Çağdaş Felsefe. Prof. Bedia Akarsu.
4. Sosyoloji Tarihi. Prof. N.Ş. Kösemihal.
5. Düşünce Tarihi. Orhan Hançerlioğlu.
6. Dünyayı Değiştiren Kitaplar. Robert B. Downs.
7. Batı Tefekkürü ve İslâm Tasavvufu. Necip Fazıl Kısakürek.
8. Filozofların Özellikleri. Prof. Dr. Nihat Keklik



Sefa Saygılı (Doç. Dr.)